Yemek seçen çocuklar

Kaynak : Akşam
Haber Giriş : 01 Eylül 2008 07:43, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

Dr. Murat Kınıkoğlu'nun yazısı

Geçenlerde bir hastam, üniversiteye kayıt yaptırması için sağlık raporu gereken kızını bana yolladı. Bu arada bir de ricada bulundu: ?Hiç et yemez, hazır gelmişken bir kan alıp baktırsanız, acaba vücudunda bir eksiklik var mı??

Gerek kendi çevremde gerek hastalarımın çocukları arasında bazı yiyecekleri ?asla? yemeyenler olduğunu biliyorum. İşin garip tarafı ?benim oğlan ağzına peynir koymaz? veya ?benim kızım hiç süt içmez? diye şikayetlenen anneler bunu çocuklarının güçlü karakterinin bir göstergesi gibi kabul ediyorlar. (?Benim çocuğum hiç şeker yemez? diyeni hiç görmedim.)

Hoşlanma, zevk alma, tat alma gibi duygularda beynimizin ?hatırlama? fonksiyonunun büyük önemi vardır. Hepimiz bildiğimiz-tanıdığımız şeylerden daha kolay hoşlanırız. Örneğin ilk duyduğumuz bir bir müzik parçası hoşumuza gitmeyebilir ama birkaç kez dinledikten sonra sevmeye başlarız. Bunun nedeni beynimizin dinlediği melodiyi bir yere kaydetmesi ve sonradan duyduğunda hatırlamasıdır. Aynı durum tat duyusu için de geçerlidir. Bir çocuğun en sevdiği tat sütteki laktozdan aşina olduğu şeker'dir. Diğer tatlara yabancı olduğu için içinde şeker olmayan yiyecekleri yüzünü buruşturarak karşılar. Hepimizin çocukken nefret ettiği ama sonradan zevkle yediği pek çok yiyecek vardır. Kendi namıma bamyayı örnek verebilirim. Çocukken bana bamya yedirmek isteyin anacığımın büyük mücadeleler verdiğini hatırlıyorum. Şimdi bamya en sevdiğim yemeklerin başında geliyor. Bunun nedeni yıllar içinde beynimin o tadı tanıması, alışmasıdır. Ben Malatya peynirinden vazgeçemezken eşimin ?Açlıktan ölsem bile Malatya peyniri yemem? demesinin sebebi de budur.

Bilim adamları, bir çocuğun yabancı olduğu bir tada alışması için o lezzeti en az 7-8 kez tatması gerektiğini söylüyorlar. Buradan pratik bir sonuç çıkarabiliriz; yüzünü buruşturduğu veya ?sevmedim, yemeyeceğim? dediği bir yiyeceği bir şekilde çocuğunuza yedirmeye devam ederseniz ileride o yiyecekten hoşlanma şansını artırırsınız. ?Sevmiyorsan yeme? dediğiniz anda aynı yukarda anlattığım örnekte olduğu gibi 20 yaşında ?ağzına et koymayan? çocuklarınız olur. Tabii ki burada inatlaşmamak, sorunu iyilikle, ikna ederek çözmek çok önemlidir. Ben kendi evimde çocuklarımla şöyle bir anlaşma yaptım: Bir yemeği ?sevmiyorum-yemem? demelerini kabul etmiyorum, buna karşılık istemedikleri takdirde çok çok az yiyebiliyorlar. Bir örnek olarak gene çocukluk kâbusum bamya yemeğine dönecek olursak ?Ben bamya yemem? demeleri yasak, bir kaşık dahi olsa yemek zorundalar, ama iki kaşık yemeleri için ısrar etmiyorum. Bunun çocukların her tada alışmasını isteyen anne-babalar için iyi bir yöntem olduğunu söyleyebilirim. Hayatta böyle değil mi zaten... Her zaman mutluluk yok, ne kadar kaçmaya çalışırsak çalışalım acı'yı da tatmak, alışmak zorunda kalıyoruz...

Hastalıklarla savaş

Etrafınıza bir bakın; az çok bir rahatsızlığı olmayan az sayıda insan olduğunu göreceksiniz. Hele yaş 40'ı geçtikten sonra sağlık sorunları daha da ciddileşmeye başlar, tansiyon oynamaları, hafif şeker yükselmeleri, bel ağrıları, depresyon, uykusuzluk... Bu tip sorunların ortaya çıkmaması için önceden tedbir almak tabii ki önemli ama kontrolün her zaman elimizde olmadığı da bir gerçek. Sürpriz hastalıklar kapımızı çalmadan önce iki şeyi önceden kabul etmemiz gerekiyor:

(1) Yaşımız ilerledikçe çeşitli sağlık sorunlarımızın ortaya çıkması kaçınılmazdır.

(2) Çıkan sorun her ne olursa olsun asla pes etmeyecek, mücadeleye devam edeceğiz.

Kanser kıyasıya mücadele etmemiz gereken hastalık gruplarından birisidir. Modern tıp, pek çok kanser türünü korkutucu olmaktan çıkarmıştır. İlaçların gücüne kendi dayanma ve mücadele güçlerini katan hastaların kanseri nasıl yendiklerine veya yavaşlattıklarına dair yüzlerce, binlerce örnek var önümüzde. Buna rağmen toplumda kanserli hastanın hayata küsmesi, her şeyden vazgeçmesi gerekiyor gibi genel bir kanı var. Pek çoğumuz kanser olanların tedaviye gittikleri günler dışında evden dışarı çıkmadan yatak-döşek yatmasını, depresyona girip hayata küsmesini bekliyoruz. Çoğu kanserin romatizma gibi kronik bir rahatsızlığa dönüştüğü günümüzde hasta ve hasta yakınlarının çevrenin bu yanlış kabulüne karşı çıkması, kanserli hastaların normal bir kişinin sağlıklı olmak adına yaptığı her şeyi yapmaya çalışması gerekir.

Doktorlar dahil kimsenin bize belirli bir ömür biçmesine izin vermeyeceğiz. Sağlık sorunumuz ne olursa olsun mümkün olduğu sürece yaşam biçimimizi, işimizi, hatta seks hayatımızı bile aynen devam ettireceğiz. Amerika'da yapılan çalışmalar sporun hem kanserin yenilmesi hem de kanser ilaçlarının yan tesirleri ile baş etmek açısından son derece önemli olduğunu gösterdi. Bu amaçla kanserli hastaların katıldığı spor faaliyetleri organize ediliyor. Meme kanseri yüzünden bir göğsü alınmış veya kemoterapi nedeniyle halsiz kalmış birinden spor yapmasını istemek çok kolay olmayabilir ama yapılan çalışmalar sporun kanserli hastalarda hem immün sistemi güçlendirdiğini hem de nüksü önlediğini gösteriyor. Bu yüzden adı ve cinsi ne olursa olsun tüm kanserli hastaların spora devam etmesi çok önemli...

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber