Aile hekimliğinin pilot uygulamasına ilişkin Türk Sağlık Sen'in raporu

Haber Giriş : 13 Şubat 2005 21:26, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

AİLE HEKİMLİĞİ PİLOT UYGULAMASI VE PİLOT HATALARI

Türk Sağlık-Sen Düzce Şubesi, Aile Hekimliği Pilot uygulamasının başlatıldığı Düzce'de ortaya konulan uygulamalar ile ilgili olarak bir rapor hazırladı. Raporda, Aile Hekimliği Projesi'nin ilk uygulamalarında ortaya çıkan aksaklıklar ile, çözüm önerileri yer alıyor.

Dünyada; Aile Hekimliği Uzmanlığı veya Genel Pratisyenlik adı altında 6 yıllık tıp eğitimi alanlar, daha sonra 2 ile 5 yıl arasında ek bir eğitim alarak bu projede yer alırlar. Oysa Türkiye'de çok kısa bir zamana sığdırılıp pratisyen hekimlere bu zor görev verilmek istenmektedir. Bunun da ne kadar yarar vereceği şüphelidir. Aile hekimliği olması gereken bir projedir ancak projenin başarıya ulaşması fiziki mekan, malzeme ve eğitilmiş personel açığının tamamlanması ile mümkündür.

Aile hekimliğinin temeli 1961 yılında çıkartılan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun'la atılmış, 1983 yılından itibaren ise Aile hekimliği Türkiye'nin gündemine oturmuştur. Ancak uzun yıllar uygulamaya geçilememiştir.

Aile Hekimliğinin 1.basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlarda uygulanmaya başlaması ile birlikte; koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri vermesi gereken kuruluşlara ek olarak tedavi edici hizmetler de yüklenerek iş yükü arttırılmakta; 2. basamak sağlık hizmeti veren kuruluşlara sevk oranı azaltılmaktadır.

Hastalar, sağlık birimlerine rahatça erişebilmeli ve hizmet alabilmelidir.
Toplum sağlık hizmetlerinden kesintisiz olarak faydalanmalıdır.Ancak bunun için öncelikle bütçeden sağlığa ayrılan payın yüzde 3.5'ten, olması gerektiği gibi yüzde 10'lara çıkartılması gerekmektedir. Sağlık kuruluşları ile sağlık çalışanları arasında iyi bir koordinasyon oluşturulmalıdır. Bunun için de veri toplama ve kullanma ağının sağlıklı şekilde kurulması gereklidir.

Bilindiği gibi, Düzce Aile Hekimliği pilot uygulaması için seçilirken, İstanbul ve Ankara'ya yakın olması, nüfusunun 300 bin civarında olması, coğrafi yapısı gibi özellikleri dikkate alınmıştır.

Ancak, iki büyük deprem yaşamış, fiziki yapısı büyük ölçüde tahrip olmuş, %76'lık personel açığı olan ve devamlı beyin göçü veren bir bölgede bu projenin uygulanmaya başlanması başlı başına tartışma konusudur. Aile Hekimliği projesi, Düzce'de yapıldığı gibi, 40 bilgisayar ve 40 pratisyen hekim ile sürdürülebilecek ve başarıya ulaşacak bir proje değildir. Mevcut pratisyen hekim sayısını 100'e çıkartıp projenin oldu bittiye getirilmesinin ne kadar doğru olduğu da ayrı bir tartışma konusudur. Öte yandan, halen çalışan 58 pratisyen hekimin tamamının, sözleşmeli personel statüsüne geçmeyi peşinen kabul ettiğini varsayıp buna göre ayarlamalar yapmak, mevcut hekimlerin %80'e yakınının uygulamayı kabul etmediği düşünüldüğünde tümüyle yanlış bir yaklaşımdır.

Aile Hekimliği Projesi'nin ana unsurunu sözleşmeli personel alımı oluşturmaktadır. Bakanlık, mevcut personelin bu proje'de çalışamayacağı varsayımı ile 2 ila 6 milyar arasında maaş vaat ederek sözleşmeli personel alımı yoluna gitmiştir. Proje tüm Türkiye'de uygulanmaya başlandığında gerekli devasa kaynağın nereden bulunacağı da ayrı bir soru olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa mevcut personele yapılacak iyileştirmelerle projenin uygulanması daha az maliyetli ve daha az riskli olacaktır. Tabi, hükümet ?Kopenhag Kriterleri çerçevesinde ödevimi yaptım' mantığı ile hareket edip kamu personel rejiminin önünü açarak sağlık kuruluşlarının özelleştirilmesine zemin hazırlamayı tasarlıyorsa, yapılan uygulama anlaşılabilir.

UYGULAMADA ORTAYA ÇIKACAK SAKINCALAR

Projede görevli hekimler, hastayı hastaneye sevk ederken, kendi tanıdıkları ve güvendikleri doktorlara yönlendireceklerdir. Bu uygulamada, inisiyatif, tamamen aile hekiminde olmaktadır.

Aile Hekimliği Projesi'nin, 20-25 sağlık ocağına yayılarak yürütülmesi planlanmıştı. Ancak mevcut sağlık ocaklarının gerek fiziki alt yapısı, gerekse personel yapısı projeye yeterli cevabı verebilecek durumda değildir. Öncelikle bu sorunun çözülmesi gereklidir.

Mevcut uygulamaya göre, Sağlık Bakanlığı, aile hekimlerine 12 ay içerisinde hem eğitim verecek, hem de tüm branşlarda aynı hekimleri yetkili kılacaktır. 10 uzmanlık branşının tümünde bir hekimin yetkili kılınmasının ne kadar doğru olduğu, uygulamada ortaya çıkabilecek yanlış tedavi, hasta kaybı gibi sonuçlar göz önüne alındığında sonradan acı bir şekilde anlaşılacaktır. Bir branşta uzmanlaşmak için 4 yıl gerektiği düşünüldüğünde, 40 yılda edinilebilecek uzmanlığı, 12 ayda bir hekime yüklemek, akıl ve mantıkla izah edilecek gibi değildir.

Proje kapsamındaki sağlık ocaklarında düzenli bir mesai saati uygulaması öngörülmemiştir. Bu durum, hastaların doktora ulaşabilmesi, tedavi alabilmesi gibi konularda tam bir kargaşaya yol açacaktır.

Projeyle ilgili olarak, Düzce İlinde 1 doktor ve 1 hemşirenin 24 saat hazır bekletilmesi uygulaması başlatılmıştır. Bu da, hastanelere sevki önleyebilecek bir uygulama değildir. Gerekli alt yapısı hazırlanmadan başlatılan bu uygulamayla hasta kayıpları ortaya çıkabilecektir.

Aile hekimlerinin, yardımcı personeliyle birlikte alan taraması yapması, proje gereği olarak ortaya konulmuştur. Ancak, sağlık taramasına çıkıldığında, sağlık ocağına gelen hastalara kimin bakacağı, hatta telefonla yapılan başvurulara kimin yanıt vereceği gibi konular havada kalmıştır.

Uygulamada, kan örneklerinin bir araçla toplanarak, her gün verilerin bilgisayar ortamında ilgili kurumlara sevk edilmesi öngörülmektedir. Ancak yine bunun için gerekli alt yapının hazırlanması atlanmıştır.

Düzce ilinin proje için bir tür laboratuar olduğu belirtilmektedir. Ancak, yapılan uygulamalarla Düzce'de hizmet veren sağlık çalışanları da kobay yerine konuluyor. Bu nedenle, sağlık çalışanları arasında, ?Keşke laboratuar başka bir yerde kurulsaydı da biz de kobay olmasaydık? şeklinde espriler yapılmaktadır.

Projeyle birlikte ilde tayin furyası yaşanacaktır. Sağlık sektörü sıkıntıya düşecektir. Uygulamanın öngörülen sürede oturtulamaması nedeniyle ileride tayin furyası başlayacaktır.

Düzce Valisi Halil Nimetoğlu'nun konuyla ilgili olarak ?Rekabet hastaya şirinlikten geçer. Görevini yerine getirmekten geçmez. 3 bin hastası olan aile hekimliğine devam edebilir. Aşağı düştüğünde ise sözleşmesi feshedilir. Yani iş güvencesi elinden alınır? şeklindeki açıklaması, projeyle birlikte sağlık çalışanlarının içine düşürüldüğü durumu oldukça net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Doktorlar, özellikle ana branşlarla ilgili hastalıklarda, hastalarını sevk etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu da onların alacakları yüzde 20 primden feragat etmelerine sebep olmaktadır. Yani hakimlerden sonra bu uygulama nedeniyle doktorlar da, cüzdanlarıyla vicdanları arasında sıkışıp kalmaktadır.

Yasa çıkmadan önce, iyi bir araştırma yapılmalıydı. Herkesin katılımıyla programlar yapılıp, doğru ve yanlışlar masaya yatırılmalıydı. Ülkemizdeki mevcut 1000 aile hekiminin en az 50 tanesinin Düzce'ye gelmesi sağlanmalıydı. Yardımcı sağlık personeli açısından da ihtiyaçlar önceden belirlenmeliydi. Fakültelere, aile hekimliği alanında özel bölümler açılarak bu alanda çalışacak hekimlerin yetiştirilmesinin temeli atılmalıydı.

Ancak tüm bunlar yapılmadığı gibi, proje, Sağlık Bakanı'nın direkt talimatıyla başlatıldı. Sağlık çalışanlarına ve sendikalara danışılmadı. Taslak, TBMM Komisyonu'ndan çıkıncaya kadar saklanarak adeta yangından mal kaçırılır gibi yasalaşması sağlandı. AB'ye söz verildiği için 6 Ekim'e kadar yetiştirilmek zorundaydı, bu nedenle hiçbir konuda tedbir ve araştırmaya gerek görülmeden yasalaştırılarak AB'ye sunuldu. Bu gerekçelerle, Projenin ileride meydana getireceği sıkıntıların sorumlusunun siyasi irade olduğunu bugünden söylemek sanırız, en doğal hakkımızdır.

Türk Sağlık-Sen Basın Bürosu

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber