KİT'lerden nemalananlar özelleştirmeye karşı çıkıyor

Kaynak : Zaman
Haber Giriş : 10 Haziran 2011 07:41, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 19:00

Tütünden enerjiye, ayakkabıdan şeker ve alkole kadar birçok alanda üretim yapan devlet, özelleştirmeyi engellemeler yüzünden gecikmeli olarak yaptı. KİT'lerin hantal yapısından nemalananların, özel sektöre hisse devrine karşı çıktığı biliniyor. Gecikmenin Türkiye'ye faturası sadece verimsizlik ve bütçe üzerindeki yük olmadı. Özelleştirme kapsamındaki kamu kuruluşlarının piyasa değeri büyük ölçüde düştü. 1990'lı yıllarda 35 milyar lira değer biçilen Türk Telekom, 2005 yılında 6 milyar 550 milyon dolara alıcı buldu.

2003 öncesi dönemde Türkiye'nin özelleştirme konusunda yavaş ve tutarsız hareket etmesinin bedeli ağır olmuştur. Bu ağır bedeli bir boyutu özelleştirilecek kuruluşlardan elde edilebilecek potansiyel gelirin çok altında bir gelir elde edilebilmiş olmasıyla ilgilidir. Halen Aksaray Üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. Mustafa Acar'ın (benim de katıldığım) aşağıda özetleyeceğim değerli tespitlerine göre 2003 öncesi özelleştirme sürecinin baskın karakteri yavaşlık, kararsızlık, etkinsizlik, bölük-pörçüklük, istikrarsızlık ve başarısızlıktır. 2003 sonrası dönemde ise tersine kararlılık, tutarlılık, hızlı hareket etme ve sonuç alıcılık özellikleri sürece damgasını vurmuştur.

İktisadın evrensel yasalarından biri olan arz-talep yasası gereğince, öteki koşullar sabitken, bir mala talebin dorukta olduğu dönemde fiyat da en yüksek düzeyde oluşur. Özelleştirme sürecinde talebin bütün dünyada dorukta olduğu yıllar 1980'li ve 1990'lı yıllardı. Bu yıllarda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri dahil pek çok ülkeden daha evvel özelleştirme sürecini başlatmış olmanın avantajı iyi değerlendirilebilse, özelleştirilen kuruluşlardan kat kat fazla gelir elde edilebilirdi. Bir fikir vermek bakımından Türk Telekom örneği ele alınabilir. 1990'lı yılların başında, dünyada özelleştirme rüzgârı bütün hızıyla devam ederken Türk Telekom'a 33-35 milyar $ piyasa değeri biçiliyordu. Aynı dönemde toplam dış borç stoku bu miktarın altındaydı. Özelleştirmeye direniş, malî disiplinden sapma, istikrarsızlık, talebin doygunluğa erişmesi, ekonomik krizler gibi faktörlerin etkisiyle 2004 yılına gelindiğinde Türk Telekom 6,5 milyar dolara zor satılabildi. Aynı zaman zarfında kamunun dış borç stoku 80 milyar dolar dolayına yükselmişti.

Özelleştirmede yavaş kalmanın diğer boyutu ise verimsizliğin, kaynak israfının, rant ekonomisinin, kalitesiz hizmetin dönem boyunca devam etmesi, Türk halkının kamu tarafından üretilen kalitesiz mal ve hizmete yüksek fiyat ödemek zorunda kalması, zamanında özelleştirme yapılsa bir an önce başka sektörlere veya işlere yönelecek atıl kaynakların yanlış yerlerde, marjinal verimlerinin çok üstünde ücret ve maaşla istihdam edilmesidir. Bu, nereden bakılsa kaynak israfı ve rant mekanizmasının değirmenine su taşımaktır. Peki özelleştirme sürecinde neden yavaş kalınmıştır? Neden hızlı bir şekilde bu süreç maksimum kazançla bitirilememiştir?

Bu sorunun kuşkusuz uzun bir cevabı verilebilir. Meselenin hükümetlerin kararsızlığı, samimiyetsizliği, ekonomik ve siyasî istikrarsızlık, bürokratik direniş gibi çeşitli boyutları vardır. Uzun hikâyeyi kısa keserek söylersek, bu kötü performansın en temel nedeni, Türkiye'de gerek kamuoyuna, gerekse asker-sivil bürokrasiye egemen olan katı devletçi, aşırı merkeziyetçi, planlamacı, piyasaya güvenmeyen, kolektivist zihniyettir. Özelleştirmeye cidden olumlu bakan az sayıdaki siyasetçinin liderlik ettiği hükümetlerin bu yöndeki icraatlarının ya kamuoyunda rahatsızlık oluşturması, ya da defalarca yargı engeline takılmasını başka türlü açıklamak zordur.

ayakkabı üreten devlet!

Cumhuriyet dönemi boyunca "karma ekonomi modeli" adı altında uygulanan politikalar "kapitalist" boyutu yok denecek kadar önemsiz, sosyalist planlamacı ve aşırı müdahaleci boyutu son derece baskın politikalar olmuştur. Osmanlı'dan devralınan bürokratik kurumlar ve bu kurumlara egemen olan zihniyet Cumhuriyet tarihi boyunca varlığını büyük oranda aynen sürdürmüştür. Devleti milletle özdeşleştiren, milleti devletin emrinde ve ona hizmet için yaşayan bir topluluk olarak gören ve bireyi devlete kurban etmekten çekinmeyen bu zihniyet, 1929 bunalımının dayattığı konjonktürde 1930'ların özel koşullarında başlatılan devletçilik uygulamalarını daha sonraki dönemlerde adım adım yaygınlaştırmış, sosyalizmin özel mülkiyete cevaz vermeyen merkezden planlamacı ve müsadereci anlayışını, adını "sosyalizm" koymadan benimsemiştir. Sonuçta ortaya piyasadaki parasal kaynakların yüzde 80'ine hükmeden; çimentodan ayakkabıya hemen her malı üretmeye çalışan; enerji, şeker, alkol ve tütün ürünleri ve telekomünikasyon tekelinden vazgeçmeyen; mülkiyet haklarını korumada başarısız kalan bir devletin toplumsal hayatın her alanına hükmettiği, verimsiz, himayeci, rant dağıtan, dünya ile rekabet edemeyen istikrarsız bir ekonomik ve siyasi yapı çıkmıştır.

Söz konusu anlayış devran dönüp de iş devlet mülkiyetindeki kurumların sözde gerçek sahiplerine, yani millete, onun bir parçası olan özel şahıslara devredilmesine gelince kendisinden beklenebilecek tipik tepkiyi göstermekte, özelleştirme sürecini "devletin-milletin malını kötü niyetli yabancılara peşkeş çekmek" olarak görüp direnişe geçmekte gecikmemiştir. Piyasa ekonomisine geçmeye karşı gösterilen direnç karşısında bir eski Başbakan'ın "Sosyalist sistem Sovyetler'de yıkıldı ama bizde hâlâ devam ediyor." serzenişinde bulunması manidardır. Bu bağlamda özelleştirme sürecinin karşısına çıkan en büyük engel, tekrar altını çizmek gerekirse, bürokrasiye ve yargıya egemen olan, piyasaya güvenmeyen zihniyettir.

Özelleştirme sürecine direnişin ekonomi politiği bağlamında üzerinde durulması gereken ikinci önemli faktör de, hiç kuşkusuz KİT sisteminden nemalanan bir menfaat şebekesinin varlığıdır. Bazıları KİT'lere mal ve hizmet tedarik eden, bazıları KİT'lerin ürettiği mal ve hizmetleri satın alanlardan oluşan bir menfaat ilişkileri ağı vardır. Bunlara KİT'lerde marjinal veriminin çok üstünde maaş ve ücret alan bir işçi-memur kesimi, bir de bunların ücretlerinden yapılan kesintilerden maaş alan sendikalar eklenince menfaat şebekesinin paydaşları belirgin hale gelmektedir.

Bütün bunların üstüne hiç kuşkusuz, vatandaşın hayatını baştan sona biçimlendirip belirli kalıplara sokmak isteyen katı-pozitivist, bilimci ve laikçi bir bürokrasi ile, seçim kazanamayan bürokratlara ve nüfuzu geniş partili yandaşların niteliksiz eleman sınıfına giren akraba ve tanıdıklarına istihdam sağlamayı seçimlerde oya tahvil etmek isteyen siyaset esnafını ekleyince resim tamamlanmaktadır.

Yapılan ihalelerde millî çıkarlar nasıl korunuyor?

Özelleştirme faaliyetleri devletin diğer faaliyetlerinden çok daha sıkı ve çok farklı kurum ve kuruluşlar tarafından denetlenmektedir. Yürütülen denetleme faaliyetlerini iki kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi sürekli denetim yapan kuruluşlar; ikincisi ise, özel durumlarda denetim yapan kuruluşlardır. Sürekli denetim yapan kurumlar şunlardır:

1. TBMM KİT Komisyonu: Her yılın sonunda o yıla ilişkin tüm özelleştirme uygulamaları ile bunlara ilişkin malî sonuçlar ve idareye ilişkin tüm hususlar TBMM tarafından sürekli olarak denetlenmektedir.

2. Yüksek Denetleme Kurulu (YDK): Her yılın sonunda o yıla ilişkin tüm özelleştirme çalışmaları dosya ve detay bazında olmak üzere tüm detayları ile YDK tarafından denetlenmekte ve hazırlanan rapor TBMM'ye sunulmaktadır. YDK tarafından yapılan belirli bir yıla ilişkin denetimin süresi ortalama 8-9 ay gibi bir süre almaktadır.

3. Sayıştay: ÖİB'nin tüm harcamaları, yukarıda belirtilen denetim sistemine ek olarak, ayrıca Sayıştay denetim elemanları tarafından tek tek ayrıntıya inilmek suretiyle denetlenmektedir.

Özel durumda denetim yapan kurum-kuruluşlar ise şunlardır:

1. Devlet Denetleme Kurulu (DDK): Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından yapılan görevlendirme ile tüm özelleştirme faaliyetleri denetlenmektedir. Bugüne kadar DDK tarafından ÖİB iki kez denetlenmiştir.

2. Başbakanlık Teftiş Kurulu (BTK): Özelleştirme uygulamaları ile ilgili olarak ortaya atılan bazı iddiaların teftişi amacıyla değişik zamanlarda BTK tarafından genel ve bazı konular veya dosyalar bazında özel teftişler yapılmıştır.

Özelleştirme sürecinde menfaat ilişkileri: Özelleştir-ME

Yukarıdaki şekil "özelleştir"meyi değil "özelleştirME"yi savunan menfaat ilişkilerinin bir bölümünü özetliyor. Bu tablonun ışığında, iç içe geçmiş halkalardan oluşan bir özelleştirme etki çemberinden söz edilebilir. En dışta, en az etkilenen ya da menfaat ilişkilerinden en az nemalanan 'toplum' vardır; ortada mal ve hizmet alım satımı yoluyla KİT sisteminden doğrudan menfaat sağlayanlar olarak 'iş ortakları', en içte ise KİT'lerde çalışanların oluşturduğu halka bulunmaktadır. Özelleştirme sonucunda, doğal olarak, mevcut ekonomik ilişkiler çarkı ciddi bir değişime uğramaktadır. Bu durumda özelleştirmenin etkileri her kesimde aynı şekilde ortaya çıkmamaktadır. Özelleştirmenin en temel etki sistemi şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Çalışanlar halkası (işçi ve memurlar + yöneticiler + sendikacılar); iş ortakları halkası (alıcılar + satıcılar + diğer kamu kurumları); toplum (anılan iki grubun dışında kalanlar). Herkes bu etki çemberinin neresinde olduğuna göre, sahip olduğu zihniyet, düşünce, siyasî ve ideolojik tercihleri çerçevesinde özelleştirme olgusuna bakmakta buna göre değerlendirme yapmaktadır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber