Bakan Dinçer'in Bugün TV'ye verdiği röportajın deşifresi

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 21 Mart 2012 14:26, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in 20.03.2012 Tarihinde Bugün TV'de Murat Birsel ve Faruk Mercan'a verdiği Röportajın Deşifresi:

MURAT BİRSEL- Ankara'ya gidiyoruz. Ankara'da Ömer Dinçer var, Milli Eğitim Bakanımız. Yanında da Faruk Mercan var, o da Kanal Türk Ankara Temsilcimiz, bizim de arkadaşımız ve aslında bu haberler de bizi temsil ediyor.

Sayın Bakan, hoş geldiniz Akşam Haberleri'ne.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.

MURAT BİRSEL- Şimdi şöyle diyeyim: İstanbul'dan mümkün olduğu kadar az ben bu işe girmek istiyorum. Bir de şöyle bir şey var: Arka arkaya bazen o kadar çok soru soruyorlar ki Sayın Bakana, hani kafayı kaldırıp kendisini anlatmasında zorluk çekiyor olabilir. Halbuki bu işleri çok iyi bilen bir insan, bence Türkiye'nin bir şansıdır kendisinin Milli Eğitim Bakanı olması. Onun için mümkün olduğu kadar az konuşayım ben. Bakana da sonsuz saygı ve sevgim var.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Teşekkür ediyorum.

MURAT BİRSEL- En büyük bence olay, Sayın Başbakanı Grup'ta dinlerken Sayın Bakan uçak yapıyordu kağıttan. Ben o kadar memnunum ki böyle bir Bakanımız var diye. İki şey; bundan sonra bir kere uçak yapan öğrenciler ceza almayacaktır. İkinci bir şey; bu hiper aktif öğrencilerde falan çok vardır, bazen insanın eli durmuyor, bir şey yapmak zorunda kalıyorsun. Bundan sonra öğretmenler ki şunu anlamalılar ki bu örnekten: Uçak da yaparsın istersen, tuzluk da yaparsın, gemi de yaparsın, ama bu dinlemediğin ve saygı duymadığın anlamına gelmez, örnek Sayın Bakanımız. Bunu söyledikten sonra Sayın Bakanı bırakayım da anlatsın sistemi. Ankara Temsilcimi bilemiyorum ama, genelde bütün konuştuğum arkadaşlarım çocuklarıyla ilgili, çocuklar soruyorlar onlara biz şimdi ne olacağız diye, gazeteciler bile cevap vermekte zorlanıyor. Onun için ben açıkçası kendim aradan çekiliyorum, size bırakıyorum. Amacım da çocuklarla Sayın Bakanı baş başa bırakmak ve çocuklara ne olacağını anlatması.

FARUK MERCAN- Murat Bey, teşekkür ederiz.

Sayın Bakanım, hakikaten mesela benim kızım Orta 1'e gidiyor. Bana geçen dedi ki, baba bu sistemden ben etkileniyor muyum? Dilerseniz onu bir şey yapalım, ilerleyen dakikalarda konuşalım. Ama ben öncelikle size şunu sormak isterim: En nihayetinde Meclis'e geliyor. Sayın Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş Bey bunu açıkladı, önümüzdeki hafta Türkiye Büyük Millet Meclisine geliyor. Sizce Meclise geliş süreci tatmin edici bir şey oldu mu toplumda, bu yeterince tartışıldı mı, çünkü muhalefet çok sert tepkiler gösterdi hayır bu toplumda yeterince şey yapılmadı diye.

İkinci olarak da tabii; niçin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 10. yılında gündeme gelen bir proje bu? Sizin şahsınızla ilgili bir mesele mi bu, Bakan olarak siz mi daha bu meselenin üzerinde durduğunuz dolayı mı, yoksa şimdi mi ihtiyaç hasıl oldu?

MİLLİ EGITIM BAKANI ÖMER DINÇER- Şimdi öncelikle süreç itibariyle bakıldığında iki şeyi ayrı ayrı söylemek lazım belki. Bir ideal olan duruma baktığınızda hakikaten Türkiye için çok önemli olan ve ülkemizin ve özellikle çocuklarımızın geleceğini etkileyecek olan böyle bir kanun teklifinin ayrıntısıyla tartışılması, karşılıklı olarak bu mesele üzerinde mutabakata varacak zeminlerin oluşturulması, bundan sonra da görüşe görüşe bu sürecin tamamlanması ve Meclise getirilmesi arzu edilir. Böyle olmadığı zaman eğer bir kişi üzülmezse, bundan olumsuz etkilenmezse zaten o zaman demokrasiyi içselleştirmediğini de düşünebilirsiniz. Bu ideal olan durum ve ideal duruma baktığınızda biz hakikaten bu sürecin dışında bir gelişmenin olmuş olmasından olumsuz etkilendik. Ama başka bir şey söyleyeyim; demokrasi dediğiniz şey, aslında giderek öğrenile öğrenile geliştirilecek olan da bir süreç. Türkiye, çok merkezi ve nispeten de otoriter tarzlarla yetişmiş bir siyaset kültürüne sahipken, bir yönetim modeline sahipken, ülke içinde demokrasiyi geliştirdiğinizde, o demokrasinin öğrenilmesi de zaman alıyor ve bu süreçte birtakım sıkıntıları da yaşıyoruz. Tabiri caizse, öğrendikçe geliştirme şansına sahip oluyoruz. Şimdi mevcut Türkiye'nin hukuki altyapı olarak yaptığı düzenlemeler itibariyle bakıldığında geldi demokrasiyle insanlarımızın ona uyum sağlayacakları demokrasi kültürü arasında bence bir mesafe var. Bunun aslında en güzel yansımasını Komisyon çalışmasında gördük. Komisyon Başkanımız çok demokrat bir tavırla herkese konuşma imkanı vermeye, herkese istediği kadar konuşacakları bir zaman dilimini vermeye çaba sarf etti. Ama siz, isteyen konuşsun ve istediği kadar konuşsun dediğinizde bu bütünüyle kuralsız algılanıyorsa ve istismar ediliyorsa, o zaman burada işte demokratik başka bir sorun ortaya çıkmaya başlıyor.

FARUK MERCAN- Ama Sayın Bakanım, demek ki bu demokratik tavır ancak bir hafta sürebildi ve ondan sonra da muhalefetin bütün imkanları kısıtlandı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakınız, muhalefetin imkanları kısıtlandı'dan önce söylenmesi gereken birkaç şey var. Eğer orada çok rasyonel bir zeminde eğitim meseleleri konuşuluyor olsaydı, zannediyorum komisyon başkanı ve yönetimi bu süreci devam ettirirlerdi. Orada, o esnada artık normal eğitim meselelerinin rasyonel bir zamanda...

MURAT BİRSEL- Sayın Bakan, ben bir devreye girmek istiyorum. Sayın Bakanım, çok özür diliyorum, yani burada eğitimi şey yapıyoruz, aynı şey, eğitim meselesi konuşulurdu diyorsunuz, böyle olmasaydı diyorsunuz ve burada siz de eğitim meselesi konuşmuyorsunuz. Bunların hepsini biz haber olarak yaptık verdik, bizim istediğimiz gerçekten üzüm yemek. Onun için ben size diyorum, bize anlatmayın, bu bir basın şeyi olmasın, gazetecilerle konuşmayın, çocuklarla konuşalım.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Peki.

MURAT BİRSEL- Sistem ne getirecek onu bilmiyoruz. Vaktimiz de işte 60 dakika, 40 dakika Sayın Bakanım.

MİLLİ EGITIM BAKANI ÖMER DİNÇER-

Her şeyden önce bu kanun teklifiyle birlikte üç temel değişiklik yapıyoruz. Bunlardan birisi, zorunlu eğitimin süresi 12 yıla çıkıyor, bu konuda neredeyse hiç kimsenin ihtilafı yok.

İkincisi; eğitim kademeli hale getiriliyor 4+4+4 şeklinde. Bu konuda muhalefet partisinin itirazı var, ama toplumun genelinde bu konuyla ilgili ciddi bir tepki yok.

Üçüncüsü ise; ilköğretime başlama yaşı 1 yıl öne çekiliyor ve bu öne çekilmeyle ilgili olarak da vatandaşın nasıl uygulanacağına dair meraklar var. İzin verirseniz ve vaktimiz varsa bunları ayrı ayrı ben size izah etmeye çalışayım.

FARUK MERCAN- Çok iyi olur. Mesela diyorsunuz ki siz alt sınır 60 ay, üst sınır 72 ay, bu ne demek?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakın, önce isterseniz baştan başlayayım, çünkü bu çokça merak edilen bir konu. Şu ana kadarki uygulamalarımızda 72 ay aslında alt sınır olarak düşünülüyordu.

FARUK MERCAN- Yani 6 yaşını bitirmiş çocuk 7'den gün...

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- 7'den gün almaya başlamış olan çocuğumuz 72. ayını bitiriyor 73'den gün almaya başlıyor ve okula kaydolma hakkını kazanıyor. Ancak burada kanun böyle olmakla birlikte bizim bir yönetmeliğimiz var. Yönetmelikte şöyle bir kolaylık sağlanmış: Denilmiş ki, 31 Aralık itibariyle 72. ayını doldurmuş olacak olanlar okula kaydedilebilirler. Yani, 4 ay geriye geldiğinizde Eylül ayında henüz 69. aydaysa bir çocuk, Aralık ayı sonunda 72. ayı dolduracağı için kayıt yaptırabiliyor. Yani, biz 69. ayla 84. ay arasında, yani yaklaşık 16 aylık bir fark var çocuk yaşlarında, çocuklarımızı aynı sınıfa kaydettiriyoruz, şimdi bunun bilinmesinde yarar var. Aslında aynı ayda doğmuş çocukları kayıt yaptırmıyoruz. 69 ila 84 arasındaki çocukların kaydını yaptırıyoruz. Yeni düzenlemede ise, biz 72. ayı üst limit olarak göreceğiz. 60 ay ise en alt limit olacak. Bunun arasında eğer biz ebeveynin rızasını arayacağımız bir yapı kuracaksak veya çocuğun fiziki gelişimini göz önüne alacaksak, ayrı bir düzenleme imkanımız da belki yönetmeliklerde söz konusu olacak. Dolayısıyla, biz zaten sadece bir yaş grubunda, 12 aylık bir mesafede çocukların kayıtlarını yaptıracağız. Peki, bunu yaptırdığımızda özellikle insanlarımızın kafasında bu çocuk henüz okuma-yazmayı öğrenmeye müsait değil, pedagojik olarak müsait değil, fiziki yapı olarak müsait değil endişeleri taşıyorlar. Biz bütün bunların farkındayız. Zaten şu anda biz 60 ila 72 ay arasındaki çocuklarımızın yüzde 70'e yakınını okul öncesi eğitimde eğitiyoruz. Onları ve onun yaşında diğerlerini okula aldığımızda biz onların pedagojik özelliklerine uygun bir müfredat yapacağız zaten. Bu açıdan bakıldığında, eğitimin hangi yaşta başladığı önemli değil. Nitekim, Avrupa Birliği ülkelerine baktığınızda pek çok ülkede farklı farklı uygulamalar olduğunu, ama esas önemli olanın başlama yaşı değil yaşa uygun eğitimin verilip verilmediğinin açıklanmasıdır. Bu perspektiften bakıldığında biz 60 ila

72 arasında çocuklarımızı eğitime aldığımızda, o çocukların pedagojik özelliklerine ve fiziki gelişmişliklerine uygun eğitimleri vereceğiz, halkımız bundan asla tereddüt etmemelidir. Daha da önemlisi, mevcut çocuklarımız okula başlamışlar, 2. sınıfta, 3. sınıfta, 4. sınıfta okuyorlarsa, zaten onlar kendi müfredatlarını uygulayacaklar, o mevcut çocuklarımızın eğitimini etkileyecek bir karar değil. Bu açıdan bakıldığında, mevcut çocuklarımız, okula devam eden çocuklarımız içi ailelerin bizim çocuğumuz ne olacak endişelerine kapılmalarına hiç yer yok, hiç gerek yok.

FARUK MERCAN- Bu tamamıyla yeni.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yeni ve erken başlattığımız çocuklar için. Halbuki biz aynı yıl belki erken başlatmadığımız, normal 72 ayını doldurmuş çocuklarımızı da alacağız bu yıl, belki yönetmelikte daha uygun bir geçiş sağlayacağız. Ve o geçişe göre de, diyelim ki ilk yıl 68. aydan sonra veya 69. aydan sonra, 66. aydan sonra çocukları alacağız. Dediğim gibi, 60'la 72 arasındaki uygulamalarda batılı ülkelerde çok farklı tercihler var. Mesela diyelim ki, ülkelerden bazıları 62 ayla 72 ay arasını zorunlu eğitim için öngörürken, 66 ila 60 ay arasını velinin iznine ve çocuğun fiziki gelişimine bağlı kılıyor. Bazı ülkelerde 64 ay, bazı ülkelerde 68 aydan önceki durumlar için velinin rızası aranıyor. O açıdan bakıldığında biz de hiç endişe edilmesin ve tereddüde düşülmesin, çocuklarımızın pedagojik özelliklerine, yaşına, fiziğine ve ailenin durumuna göre bir fırsat sunacağız. Bence bu halkımızın daha çok hoşuna gidecek bir uygulama olacak.

FARUK MERCAN- Peki, bu kadar çeşitliliğe hazır mıyız? Diyorsunuz ki mesela 60 aydan 72 aya kadar bu çeşitliliği nasıl sağlayacaksınız okulun kendi içinde?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Az önce ben size anlattım, bunlar mevcut eğitim yapımız içerisinde çok daha geniş dilimin de uygulanmaya koyduğumuz hususlar. Ben az önceki ifademde zaten onu vurgulamaya çalıştım. Biz bugün eğitim sistemimizde hukuken bakıldığında neredeyse 69. aydan başlamak, 84. aya gitmek üzere çocuklarımızı zaten kabul ediyoruz, bu kadar geniş bir dilim içerisinde aynı sınıfa oturtuyoruz. Daha da önemlisi, hukuken değil ama okul yöneticilerinin bazıları inisiyatif kullanıyor, 66. aydaki, hatta 64. aydaki çocuklarımızı kabul ediyorlar. Bunların hepsini yan yana koyduğumuzda, normalde bizim bu meseleyi tartıştığımız ayrıntıda incelemeye gerek olmadığını da görmek lazım.

FARUK MERCAN- Anladığım kadarıyla şimdi bu mesela aralık arttıkça çocuklar aynı sınıfa da düşmeyecek.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, eğer bu aylarda farklılaşma varsa farklı sınıflar açacağız.

FARUK MERCAN- Peki efendim, özellikle ilkokul 4 yıla inmiş oluyor tabii, 4+4+4, ilkokuldan itibaren bir seçimlik ders meselesi başlıyor. Daha ziyade burada merak edilen konulardan bir tanesi bu, yani bu seçimlik dersler, siz diyorsunuz ki mesela bu çok çeşitlenecek, mesela dil eğitimi, din dersi, siz din dersine ben taraftarım diyorsunuz, zorunlu ama, bu dini değerler dersi diyorsunuz esas itibariyle, orada da bir farklılaşmaya gidilecek galiba. Türkçe seçimlik ders olabilir diyorsunuz. Mesela, Alevilik ilgili bir, çünkü bu da çok münakaşası yapılan bir konu, burada da epeyice galiba bir çeşitliliğe gidiliyor.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakın, bir kere birinci 4, ikinci 4 ve üçüncü 4, esas olanı bunun üçünün ayrı ayrı okul olarak açılması şeklinde tanzim ediliyor. Mevcut yapı içerisinde birinci 4'ü ilkokul, ikinci 4'ü ortaokul, üçüncü 4'ü de lise olarak tarif ediyoruz. Ortaokullar için alternatif mevcut yapımızı göz önüne alarak ve toplumdaki beklentileri, ihtiyaçları göz önüne alarak alternatif yapılar da öngörüyoruz. Yani, esas olan üçü de ayrı olsun ama, eğer fiziki şartlar yeterli değilse veya imkanlar yeterli değilse ilköğretimle birlikte de olabilsin veya ihtiyaç ve beklentiler varsa onları karşılayacak şekilde liseyle de birlikte olabilsin diyoruz. Aslında bu şu anlama gelmiyor: Her bir okulda ayrı program uygulayacağımız anlamına gelmiyor. Aslında bu okulların hepsinde bir ortak zorunlu eğitim olacak. Bu ortak zorunlu eğitim, tüm dünya ülkelerinde bizim çocuklarımız da o ülkelerle rekabet edebilecek türden ihtiyaç duyulan bilgi ve kabiliyetleri vereceğiz. Ama onun üstüne herkesin kendi tercihine göre farklı alanları seçme imkanı vereceğiz.

FARUK MERCAN- Mesela, Sayın Diyanet İşleri Başkanının ben bir demecinde gördüm, diyor ki, seçimlik Kur'an dersi olmasın mesela.

Murat Bey.

MURAT BİRSEL- Bir şey soracağım, kusura bakmasın Sayın Bakan, ben şunu yapmak istiyorum, ben de fazla, bir kere o şeyleri anlamadım, yani ay falan, o mühim değil de, ne fark edecek, mesela şimdi bu sistemle yetişen çocuklar şimdi mesela Sayın Bakan anlatıyor, vallahi ben anlamıyorum. Bu çocuklar mesela anlıyor çocuklar olarak mı yetişecekler? Yani, sonunda şöyle düşünüyorum: İnşallah o günleri görürüz. Mesela diyelim ki 30 yıl daha falan yaşarsak, 35 yıl daha, o zaman bu nesiller, şu anda o çocuklar bizim yöneticilerimiz olacaklar. Başbakan şimdi mesela 10 yaşında, 15 yaşında olan bir çocuk olabilir inşallah. Şimdi ben bakıyorum şimdi, bu ay meselesini hiç anlamadım. Onlar mühim değil de, ben şunu istiyorum, mesela Sayın Bakan şöyle bir şey diyebiliyor mu: Arkadaş, şu anda çocuklarımız dünya çapında matematikte yarışamıyorlar, bu sistemle matematikte daha iyi olacaklar veya ne değişecek yani. Sonuç olarak ben 53 yaşındayım şimdi, 52 diyelim, benim bütün okul hayatım boyunca sistem değişmiştir kardeşim. 10 yıldır iktidardalar, Milli Eğitim Bakanı değişiyor, yine sistemler değişiyor. Bu son sistem midir yani, bu sistem artık yoksa yine bakan değişecek yine mi başka bir sistem? Bir sistemde oturalım, sakin sakin orada duralım, ama o sistemden biz ne kazanacağız? Yani, daha mı hızlı gideceğiz, daha mı kibar bir ülke olacağız, daha mı bir insan olacağız? Sayın Bakan acaba başlangıçta onu mu anlatmak istiyordu. Meclis'te insanlar kavga etmeyecek, çünkü süper bir eğitimden geçecekler ve yüksek sesle kavga etmenin çok ayıp bir şey olduğunu düşünerek Meclis'te yumruk konuşturacaklarına zeka konuşturacaklar; bu mudur?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi madem daha somut ve daha net bir şey söyleyeyim size; bugüne kadar 72 ayı alt sınır olarak kabul ediyor onun üstündeki çocuklarımızı eğitime alıyorduk. Bugünden sonra 72 ayı üst limit olarak kabul edeceğiz, onun altındaki çocuklarımızı alacağız. Ve 72 aydan daha aşağıda aldığımız çocuklara da onların pedagojilerine uygun ve ihtiyaçlarına uygun derslerde müfredat yapacağız. Bu yaşla ilgili söylenebilecek en net ve somut husus. Bunun ötesindekilerin hepsi ayrıntı.

İkincisi ise, biz aslında milli eğitim sistemini değiştirmiyoruz Murat Bey. Biz milli eğitim sisteminden bahsettiğimizde o sistemin içinde öğretmenler var, müfredatımız var, okullarımız var, okulların yıl yıl kademeleri var. Biz sadece eğitimimizin yapısını değiştiriyoruz. Yapısında daha önceden kesintisiz olan 8 yıllık eğitim 12 yıla çıkarıyor ve kademeli hale getiriyoruz; yaptığımız tek şey bu. Bunun dışında yapılan bütün tartışmalar, aslında bu vesileyle Türk eğitim sistemini masaya yatıran tartışmalara dönüştü. Gerçekte biz bunu yaptığımız zaman sadece eğitim sistemini kalıplaşmış tek tip insan yetiştiren ve 8 yıl boyunca başka hiçbir alternatif sunmayan bir yapıdan çıkaracağız, daha demokratik, daha esnek bir yapı kuracağız. Daha demokratik ve daha esnek bir yapının iki boyutu olacak. Bir; bu boyutlardan birisi, tüm dünyadaki çocuklarla rekabet edebilecekleri bilgi ve yeteneklerle donatan bir zemin, sağlam ve zorunlu bir zemin. İkincisi ise; çocuklarımızın ve ailelerinin kendi beklentilerini gerçekleştirebilecekleri bir esnek alan. Bugüne kadar biz çocuklarımızın şahsi potansiyellerini açığa çıkaran, onların varsa özel yeteneklerini geliştirebilecekleri fırsat veren bir eğitim sunamadık. Eğitim sistemini esnek hale getirmek, mesela 5 yaşında piyano öğrenmek isteyen çocuğa bugün fırsat vermiyor, çünkü kesintisiz eğitim onu belirli bir eğitimi, belirli bir dersi almaya zorluyor. Bugün biz ilkokulla ortaokulu ayırarak ortaokulda zorunlu derslerden sonra çocuklarımıza tercihler sunarak aslında müzik eğitimi almak isteyene, bale eğitimi almak isteyene, güzel sanatlar eğitimi almak isteyene, dini eğitim almak isteyene yeni fırsatlar sunuyor. Bu açıdan bakıldığında bugün yapılan bu tartışmaların tamamı kanunla ilgili değil. Keşke biz bunları bu kanun gündeme gelmeden önce, mesela fen liseleri ne olacak, güzel sanatlar eğitimi alacak çocuklarımız ne olacak, üstün yetenekli çocuklarımızın eğitimi ne durumda? Dershanelere yönelmiş eğitim sistemini nasıl çözeceğiz diye konuşma imkanımız olsaydı, bugüne kadar ben defalarca televizyon programlarına çıktığımda bana sizler hep atanamayan öğretmenleri, eş durumundan nakil bekleyen öğretmenleri sordunuz. Ben ısrarla bu meseleleri tartışalım demiştim. Bugün ise, biz sadece yapıyı değiştiriyorken, yapıya karşı çıkanlarla biraz belki stratejiyle biz eğitim sisteminin bütün sorunlarını konuşuyoruz. Bugün de konuştuğumuz konuların pek çoğu bizim yaptığımız kanuni düzenlemeyle alakalı değil.

MURAT BİRSEL- Kendimi tebrik ediyorum, öyle bir soru sordum ki, meğer çocuklar bale yapacakmış, piyano dersi alacakmış boş vakitlerinde falan, yani nefis.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Boş vakitlerinde değil ders olarak alabilecek.

MURAT BİRSEL- Ders olarak alabilecek, daha ne. Çetin Altan'ın kitaplarda yazdığı şey gerçek oluyor vallaha, tenis dersi falan.

FARUK MERCAN- Sayın Birsel, dikkat ederseniz hani Sayın Bakanın açıklamalarına baktığınız zaman, daha ziyade mesela Cumhuriyet Halk Partisi tarafından konunun daha çok din eğitimi kısmı, imam hatipler kısmı gündeme getiriliyor, ama Sayın Bakanın da işaret ettiği gibi örneğin 5 yaşındaki bir çocuk piyano öğrenmek istediği zaman, müzik, bale, güzel sanatlar, aslında sizin işaret ettiğiniz o daha iyi nesiller mi yetişecek, Meclis'teki kavgaların önüne mi geçilecek derken, temelinden yaratıcı ve insan potansiyelini öne çıkaran bir sistem geliyor galiba. İyi de oldu, sizin sorularınızla Sayın Bakanı biraz daha siz şey yaptınız, deyim yerindeyse bu konulara girmeye biraz da tahrik ettiniz. Tam aslında şeye geldik, püf noktası denen yere.

Şimdi efendim, bu potansiyellerin geliştirilmesi, bu seçimlik dersler, bunlar daha ziyade ilkokuldan sonraki safha zaten değil mi? İlkokul bittikten sonra ikinci dört yıllık kısımla ilgili meseleler bunlar. Burada hakikaten epeyi çeşitlilik geliyor, yani Kürtçe seçimlik ders olabilecek. Din dersleri konusunda sizin şeyiniz nedir orada?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakın, belki biraz daha geniş perspektifte bunu teorik zemine bir oturtmalıyız. Eğer eğitim sistemini daha esnek hale getiriyor, daha demokratik bir yapıya kavuşturuyorsanız, bunun altını çizerek söylüyorum, daha demokratik bir yapı. Eğitim sisteminin tamamıyla alakalı olmaksızın yapısını demokratik hale getiriyoruz. Bunu yapmışsanız, o zaman bu ülkede yaşayan herkesin birey olarak farklı potansiyellerinin olacağını ve bu potansiyelleri açığa çıkarabilecek, kullanabilecek bir zemini yaratma ihtiyacını vermemiz gerekir. Ortaokulda biz bunu yapmaya çalışacağız. Ortaokul bir tarafıyla çok temel ve zorunlu eğitimi öngörürken, öbür tarafıyla iki hüviyet kazanacak. Bir; çocuğun ihtiyacına, yeteneğine göre farklılaşmasını; iki, ileride lisede alacağı eğitime zemin oluşturacak bir esası ortaya koyacak. Bunu yapıyorken, biz eğer bu alan içerisinde bu kadar çeşitlendirilmiş bir yapıyı düşünürsek, o zaman Türkiye'de ailelerin ve çocukların isteklerini karşılayacak bir sistemi de kurmalıyız, benim bütün söylediğim o. Aslında ben münhasıran dini eğitimden, münhasıran güzel sanatlar eğitiminden bahsetmiyorum. Daha demokratikleştirilmiş bir çerçeveden bahsediyorum. Ama Türkiye'de yapılan tartışmalar daha çok ya ideolojik alana kaydığı için veyahut da çok somut bu zamana kadar kör dövüşü haline getirilmiş meseleler üzerinden yürüdüğü için hep o tarafa çekiliyor ve onların üzerinde soru soruluyor. Ben aynı şeyleri söylemek zorundayım; demokratik bir eğitim sistemini kuruyorsanız, bu ülkenin vatandaşlarının talep ettiklerine cevap üretecek bir zemin kurmak zorundasınız. Bu dini eğitim talebiyse o da olmalı, bu dil eğitimi talebiyse o da olmalı, bu güzel sanatlar, spor eğitimi olacaksa onlar da olabilmelidir, söylemek istediğim bu.

Zorunlu din dersiyle alakalı olarak, ben zorunlu din dersi kaldırılmalı türünden bugüne kadar bir tek kez laf etmedim. Çünkü, zorunlu din dersiyle alakalı bugün verilen konunun ve işlenen dersin gerçek anlamda bir din dersi olmadığını anlatmaya çalıştım. Bugün din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, gerçek anlamda bir din dersi değildir. O, din kültürünü veren, ahlakı öğreten, bazen de ülkemizin Müslüman olması sebebiyle, çocukların önemli bir kısmı Müslüman olduğu için din dersi hocalarının belki özel gayretleriyle, bazılarının o da, bazı surelerin ezberletildiği bir ders olarak işleniyor. Ama şunu söyleyeyim size: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği, zorunlu din dersine karşı bir tavır koymuyor zaten. Bize öngördüğü şey, çoklu ve objektif bir şekilde verilip verilmediğidir bunun. Şimdi din dersi dediğinizde, Hristiyan bir çocuk Hristiyanlığı öğrenebiliyorsa din dersi var demektir. Müslüman bir çocuk İslam'ı öğrenebiliyorsa din dersi var demektir. Ülkemizde yaşayan Süryaniler kendi inançlarını öğrenebiliyorlarsa din dersi var demektir. Bugün mevcut zorunlu din dersinden hiç kimse kendi dinini öğrenemiyor, benim söylemeye çalıştığım şey bu.

MURAT BİRSEL- Ukalalık yapabilir miyim, devreye girebilir miyim?

Hocam, bu zorunlu din dersi, Müslümanlıkta dinde zorlama yoktur diyor. Hocam, bu din dersinin şeyini ahlak dersi yapsak? Mesela, ben bu dersi alanlardan bir tanesiyim, ama ben papazlardan aldım Saint Joseph'te. Sağ olsun Sayın Başbakanımız da, "ben Saint Joseph'e karşı değilim" dedi, gurur duyduk. Ama mesela o ders tadından yenmeyen bir derstir, fakat o dersi anlatamıyorlar. Mesela siz ne güzel anlattınız demin baleydi falan şeklinde, öyle piyano dersi falan deyince, özellikle beyaz Türkler böyle bayram ediyorlar oh ne kadar güzel diye. Halbuki din dersi dediğinizde, onlar zannediyor ki bir tane imam gelecek orada, bunlara böyle elif, lam, bilmem ne sopayla böyle şey. Halbuki orada deseniz ki, mesela arkadaş Mevlana'dan Mesnevi'den çocuklar için hikayeler okuyacağız veyahut da mesela Nasrettin Hoca, ki adam hoca, Nasrettin Hoca'nın hikayelerin altındaki mesajları vereceğiz ve bunun dinimizle olan ilişkisini işleyeceğiz falan deseniz veyahut da orada dese ki adamın bir tanesi namaz kılıyormuş, diğeri kenarda fıstık yiyormuş. Demişler ki hani bunlardan hangisi sence daha dindar. Oradaki imam da demiş ki, vallahi bilemem demiş. Demişler ki, bir tanesi namaz kılıyor, diğeri fıstık yiyor. Ama demiş, o namaz kılanın üstündeki elbisenin çalıntı olmadığı ne malum gibi buna benzer böyle hikayeler vesaireler, şimdi ben kafadan atıyorum, doğrusunu hocalar biliyordur ama. Sonuç olarak bu son derece keyifli bir ders. Fakat bu dersi almadığın zaman bunun keyfini anlatamıyorsun, o bakımdan işiniz zor, onu kabul ediyorum. Mesela, burada eski Diyanet İşleri Başkanı vardı Sayın Ali Bardakoğlu, bana dedi ki; ben sana Müslümanlığı bir cümleyle, esas, mana olarak anlatabilirim dedi. Nedir, nasıl vereceksiniz dedim. Herkese kardeşin gibi davran dedi. Şimdi mesela bunu sınıfta böyle anlatsa hoca, o ders hakikaten dünyanın en keyifli dersi olur. Ama bunun böyle olacağını da anlatabilmek lazım. Ben böyle olacağını umarak o örnekleri verdim Hocam, katılıyor musunuz bilemiyorum Sayın Bakanım?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ben de zaten özellikle zorunlu din dersiyle alakalı sorular sorulduğunda benzer şeyler söylüyorum. Zorunlu din dersini kaldırmak yerine, Avrupa Birliği'nin öngördüğü gibi çoklu ve objektif bir şekilde genel bir din kültürü dersi, ama onun üzerine ayrıca toplumsal değerler, ahlaki değerler, sosyal sorumluluk ve benzeri konuların işlendiği bir ders olarak kalabilir. Dolayısıyla, bu zaten gerçek anlamda din öğreten bir ders değil vurgusunu yapmaya çalışıyorum. Bahsettiğiniz gibi o konuda genel ahlak kurallarının, bir toplum olma, bir millet olma bilincinin, demokratik hakların, başka insanların hak ve özgürlüklerine saygı göstermenin öğretildiği bir ders olarak varlığını devam ettirebilir. Ama onun dışında madem ki ta Tevhidi Tedrisat Kanunundan beri bu ülkedeki bütün eğitimi Milli Eğitim Bakanlığına vermişiz, hatta din eğitimini bile Milli Eğitim Bakanlığı yapar demişiz. O zaman biz yalan yanlış insanların eline çocuklarımızı bırakacağımıza, pedagojik eğitimi almamış, öğretmenlik vasfına sahip olmamış insanların din öğretmelerine izin vereceğimize, kendi okullarımızda isteğe bağlı olarak herkesin kendi dinini öğrenebildiği, ama din öğrenmek istemeyenlerin de yine kendilerinin başka tercihlerini hayata geçirebildikleri bir sistemi kurmanın ne mahsuru var Murat Bey.

MURAT BİRSEL- Bence yok. Kim öğretecek dersi?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Din öğretmeni olmaya hak kazanmış, hangi dinde yetişmişse o dinin dersini verebilecek kişiler. Yani, öğretme vasfına sahip...

MURAT BİRSEL- Hocam, onları kim eğitecek? Benim düşündüğüm şu: Mesela genç yaşta Diyanet'ten emekli o kadar muhterem ve muhteşem insanlar var ki evinde oturan, kitap yazıyorlar belki, yani muazzam Türkiye'nin elinde kadrolar var, çok erken emekli oluyor, keşke onları kullansak.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Biz şimdi şu anda din dersi verme yetkisini ilahiyat fakültelerinden mezun olduktan sonra pedagojik eğitim almış olanlara veya eğitim fakülteleri din öğretimi bölümünden mezun olanlara veriyoruz biliyorsunuz.

MURAT BİRSEL- Peki mesela burada papaz okulları falan var, onlar diyelim patrikhaneden mesela gelse bir tane ona da Hıristiyan eğitimi veya bizde okullarda din eğitim versek dese mesela kabul olacak mı?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Öğretmenlik yapma yetkisine sahip pedagojik eğitim almışsa olur.

MURAT BİRSEL- Hocam, vallaha aynen devam edelim. Ben girdiğim zaman da fazla konuşuyorum, kendimi susturayım.

Ben eğitimi falan onlardan da çocuklar maşallah hepsi, ben şimdi şişkoyum ama, o yaşlarda tığ gibiydim, milli yüzücüydüm yani, şimdikiler o yaşta da duba duba geziyorlar. Onlara ne yapacağız?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bizim okullarımızda açık bir şekilde spora kabiliyeti olan çocuklarımızın sporcu olarak yetişmediğini biliyoruz; öyle değil mi? Yine aynı şekilde üstün yeteneği olan, müzik kabiliyeti olan bir çocuğumuz mesela bizim okullarımızda eğitim göremiyorlar öyle değil mi? Saz çalacaksa, klarnet çalacaksa, piyano çalacaksa, bu çocuklar için fırsat verebiliyor muyuz? Yine madem hep tartışıldı, tekrar söyleyeyim; yeteri kadar din eğitimi almak isteyen öğrenciye fırsat verebiliyor muyuz? İşte bütün bunlar için şikayetçiysek, biz buna uygun bir yapı kuralım diyoruz; özetle söylenmesi gereken şey bu.

FARUK MERCAN- Şimdi Murat Bey, Sayın Bakan tabi aslında bunun genel ismini de koydu, eğitimin demokratikleştirilmesi. Bu aslında çok enteresan, çok benim hoşuma giden bir tabir oldu.

Sayın Bakanım, şimdi Türkiye yıllardır Kürt açılımı, Alevi açılımı diye çalıştaylar yaptı, paketler açıldı, şey yapıldı. Aslında ben bu olaya baktığım zaman, yani böyle hem mesela Alevilik meselesine kısmen çözüm getiren bir paket var bunun içinde, Kürt meselesi, çünkü Kürtçe eğitim bu işin çok önemli bir boyutu bu Türkiye'deki Kürt meselesinin. Ve bakıyorum ki önümüzdeki hafta da Meclis'te zorlu bir müzakere de sizi bekliyor genel görüşme, daha doğrusu kanun işte Meclis'te görüşülecek. Komisyondan geçmiş kabul ediyoruz, eğer yeniden komisyonda; öyle bir ihtimal yok değil mi, yeniden komisyona gelme?..

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bildiğim kadarıyla yok, ama tabi zaman ne gösterir bakmak lazım.

FARUK MERCAN- Sayın Meclis Başkanı herhalde bir şey yapmış, Sayın Nabi Avcı'yla bir görüşme ama. Bu boyutlarıyla acaba sizce muhalefet niçin bunları görmüyor veya görmek mi istiyor? Bu hakikaten, çünkü hem BDP'nin, hem CHP'nin de destek vermesi gerekmez mi bu şeye?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Burada esas tartışma benim görebildiğim kadarıyla, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkması değil, hatta yaş meselesi değil, çünkü dikkat ederseniz bu mesele hiç gündeme getirilmiyor. Esas tartışmanın eğitimin kesintisiz olmasıyla alakalı. Eğitimin kesintisiz olmasıyla alakalı tartışmanın bence çok rasyonel bir zemini yok, bu ideolojik bir tartışma. Dolayısıyla bunu daha fazla tartışmak, soruna daha fazla çözüm bulmak anlamına gelmiyor. Aslında tartışmanın uzaması ve büyümesi sorunun ve herkesin cephesini güçlendirmesi anlamına geliyor. Çünkü bu bir tarafıyla 28 Şubat sürecinde Türkiye'de ideolojik kazanım olarak görüldü, şimdi ise bu kazanımın kaybedileceği gibi algılanıyor. Halbuki işin gerçeği bu değil.

Bakınız, eğitimi 12 yıla çıkardıktan sonra zorunlu olarak, dünyanın hiçbir yerinde 12 yıl hiç kesintiye uğramadan birinci sınıftan girdiğiniz ve 12 yıl sonra 18 yaşında mezun olduğunuz bir eğitim sistemi yok. Bu, inanılmaz katı bir eğitim sistemi olur. Dolayısıyla bakıldığında, hadi 12 yıldan vazgeçtik, şu anda yaptığımız uygulamada bile 8 yıllık kesintisiz bir uygulaması sadece bildiğimiz kadarıyla bir ülkede 205 ülke içerisinde. Yani bu kadar ülke gerçekten çocukların pedagojisini bilmiyor, kesintisiz eğitimin ortaya çıkarttığı katılığın farkında değil, kalıplaşmış ve tek tip insan yaratmanın yahut da oluşturmanın mahzurlarına görememişler, bir tek biz mi görmüşüz; öyle mi değerlendirmek gerekiyor? Yoksa o 205 ülkeye geri dönüp bunlar acaba bunu yapmakla ne kazanmışlar diye bakmamız mı gerekiyor?

Ben tüm aslında komisyon üyelerine her bir ülkenin hangi uygulamayı yaptığı kendilerine bilgi olarak sundum. Yarından itibaren de bütün milletvekillerimize, kamuoyuna ülke ülke uygulamaları göstereceğim.

FARUK MERCAN- Kitapçık şeklinde.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Kitapçık şeklinde göstereceğiz.

Şimdi 12 yıl boyunca kesintisiz olsun demek, hatta 8 yıl boyunca kesintisiz olsun demek, çocuklarımızı biz 8 yıl boyunca hiç başka bir şeyle uğraşmadan kendi potansiyelini açığa çıkaracak fırsatı vermeden eğitelim demektir. Giderek demokratikleşen bir ülkede bu aslında ülkenin genel siyasi gidişatına da uyum sağlamamak anlamına gelir değil dünyadaki değişmelere. Bu açıdan bakıldığında birinci boyutu bu.

İkincisi; benim yine görebildiğim kadarıyla, Cumhuriyet Halk Partisi özellikle kendi içindeki tüzük tartışmalarının ortaya çıkarttığı çatlağı burada tedavi etmeye çalışıyor. Bence Türkiye bunu hak etmiyor. Türkiye rasyonel zeminde bu meseleyi konuşsaydı, zannediyorum en azından gerçekçi düşünen, başka ülkelerdeki yapılmış olanları doğru kabul eden insanların kolayca ikna olacağı bir durum söz konusuydu.

FARUK MERCAN- Şimdi bir de şu söyleniyor: Türkiye buna hazır mı? Yani genel olarak şimdi sizin eğitim fakültelerinin dekanlarıyla da bir toplantı yapacağınızı da öğrendik, bir öğretmen yetiştirme strateji ve projeniz de var; biraz ondan da herhalde bahsederseniz iyi olacak. Çünkü sanki sihirli bir düğmeye basılacak yarından itibaren Türkiye böyle bir siste geçecek; herhalde öyle de değil? Kanun geçtikten sonra bunun aşamaları mı var; mesela ilk önce ilkokul birden, sadece birden mi başlayacak bu sistem?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yani çok açık, çok net, buradan yine somut bir ifadeyle dillendirmek istiyorum; yeni yapıyla birlikte Türkiye'de yeni durum eskisinden kesinlikle kötü olmayacak. Bir kere herkes bunu kabullenmeli. Ama yeni durumun ortaya çıkaracağı konularda çok iddialı şeyler söylemek istemiyorum, çünkü belirsiz bir durum vardır, belirsizlik insanları her zaman şüpheye, endişeye sevk eder. Ama yapılan şeyin bu ülkenin eğitim sistemine pozitif katkıları çok daha fazla olacak; onu söylemeliyim.

İkincisi; hazır mıyız fiziki alt yapı olarak, öğretmen sayısı olarak hazır mıyız? Bir kere şunu söylemek gerekiyor: Okul öncesinde şu anda zaten biz 60 ila 72 ay arasındaki çocuklarımızı yüzde 67 oranında eğitiyorduk, 72 aydan sonraki çocuklarımızı ilköğretimde yüzde 98,5 oranında eğitiyorduk ve nihayet ortaokulda, yani ortaöğretimde, lisede yüzde 69 oranında eğitiyorduk ve önümüzdeki yıllarda, yani 2016 yılına kadar yüzde 90'nın üzerine çıkmayı planlamıştık. Yapılan kanuni düzenlemeyle ilköğretimden, daha doğrusu ortaokuldan liseye geçişi birinci yıldan itibaren yüzde 100'e çıkartarak 4 yıllık zaman diliminde lise eğitimin yüzde 100'e ulaştırmayı hedefliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, mevcut dersliklerimiz şu anda mevcut okullaşma oranlarını karşıladığına göre, bundan sonraki planlarımızda yüzde 90'nın üzerinde bir ortaöğretimi esas aldığına göre, bizim sadece yüzde 10'luk ek bir derslik için plan yapmamız gerekiyor. O açıdan bakıldığında, hiç kimse Milli Eğitim Bakanlığı'nın alt yapısının yetersizliği üzerinden bence yorum yapmamalı.

FARUK MERCAN- Bence Sayın Murat Birsen'in işaret ettiği, mesela bahsettiğiniz şekildeki bir din dersini verecek din dersi öğretmenleri. Mesela Kürtçe seçimlik diyelim ki tercih edildi, bunu verecek Kürtçe öğretmeni, diyelim ki Alevilik dersi koydunuz, öğretmen konusunda bu öğretmen yetiştirme projeniz nedir?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bakın, bazı özel dersler ve alanlar hariç, geri kalan alanların pek çoğu için dışarıda 240 bine yakın, 250 bin civarında öğretmenlik bekleyen öğretmenimiz yok mu bizim?

FARUK MERCAN- O öğretmenleri tayin mi edeceksiniz süratle?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi tayin edeceğimizi söylemiyorum, Türkiye'nin potansiyelinden bahsediyorum. Eğer bugün zaten kadromuz yoksa, alamıyorsak, dışarıda öğretmenin var olması da bir anlam ifade etmiyor. Bu açıdan bakıldığında, bu tip düzenlemeyi yapan bir Hükümet öğretmen kadrosunu da buna göre şekillendirecek, belki de yatırım için ayıracağı kaynakları buna göre yeniden gözden geçirecek demektir. Bu açıdan bakıldığında, bu tip sorular veya bu tip yorumlar kanunun çıkmasını tartışmaya açacak sorular olmaktan çok, Türkiye'nin bu alanda kaynak ayırmaya yönlendirmesi gereken sorular olarak görülmeli.

MURAT BİRSEL- Faruk Bey, teknik bir şey söyleyeyim zamanla

ilgili...

FARUK MERCAN- 240 bin görev almaya hazır öğretmen mi var şu

anda?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Dışarıda şu anda atama bekleyen 250 bine yakın öğretmenimiz var. Dahasını söyleyeyim, şu anda eğitim fakültelerinde okuyan tam 658 bin öğrencimiz var, 4 yıl sonra da bunların hepsi öğretmen olmak isteyecekler. O yüzden zaten biz eğitim fakültelerinin dekanlarını topluyor, Türkiye'deki öğretmenlik mesleğini gözden geçiren çalışmalar yapıyoruz.

MURAT BİRSEL- Faruk Bey, bir keselim.

Şöyle bir şey yapmaya mecburum, çünkü bir reklam aramız var ama. Ben kafamdan şöyle bir plan yaptım eğer Sayın Bakan müsaitse, çok önemli şeyler söylüyor. Biz reklamlardan sonra epeyi bir süre böyle devam edelim, çünkü bu fırsat bir kere bizim elimize geçer, Sayın Bakanın vakti varsa, lütfederse devam etsin. Çünkü, tam öğretmenlere geldi. Ben de diyecektim ki, talebeler zaten bizim çocuklar maşallah zeki, bunları ancak öğretmen başarısız yapabilir. İyi öğretmen kadar nefis bir şey yok, kötü öğretmen kadar da kötü bir şey yok. Onun için de öğretmenlerin kalitesine ve nasıl olacağına da ben biraz girmek istiyorum. İsterse din dersi olsun, isterse matematik olsun, matematik öğretmenin iyiyse matematiği seversin. Din dersinde, mesela din dersinde de öğretmen iyiyse hakikaten nefis bir şey olur. Ama öğretmen hani senin internetten bulduğundan daha az biliyorsa, o da ders de sana zehir olabilir gerçekten.

Onun için biz bir reklam arası verelim, reklamlardan dönelim. İki tane soru sorayım; bir öğretmenlerin durumu. Sayın Bakan tayinlerden bahsetmeyeceğiz dedi, katılıyordum. Fakat kendi kendine tayin sayısını söyleyince o rakamları, tabii ki bütün öğretmenler zaten telefonları kilitlediler santrali, o konuda da bir şeyler duymak istiyoruz. Bir yandan öğretmen açığı, bir yandan öğretmen fazlası olan kaç ülke var, onu da ayrıca merak ediyorum. Son olarak şunu da söyleyeyim, reklamlardan sonra sormamazlık etmeyelim; bu yayıncılar da merak ediyorlar, bu AK Parti Hükümeti nefis bir şey yaptı, kitaplar hazır diye öğrencilerin önüne koydu. Bizim çocukluğumuzda böyle değil, Allah razı olsun diyoruz. Ama şimdi yeni kitaplar mı olacak? Yayıncılar diyor ki, stoklarda kitap var, bizim kitapların hali ne olacak? Böyle birçok her kesimi ilgilendiren sorular var, reklam dönüşünde Sayın Bakandan rica ediyoruz bunları da cevaplandırsın reklamlardan hemen sonra.

(Reklam Arası)

MURAT BİRSEL- Tekrar beraberiz hemen Ankara'ya gidelim. Sayın Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanımız orada, Faruk Mercan da yanında. Evet, tekrar başladık, Sayın Bakanım, şimdi bu ikinci bölümde söz veriyorum daha az konuşacağım. Ama tabi şöyle insanlar var yani, benim gibi yani belli bir hiç olgunlaşmadan çocukluktan yaşlılığa direkt geçiş yapan insanlardan bir tanesiyim. Normalde bana soracak olsanız, benim çocukluk hayalim Milli Eğitim Bakanını karşımda bulduğum anda çözebiliyor musunuz Bakanım diye havuz problemi sormaktır. Ama onu yapmayacağım bu sefer.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bana sormayın evet.

MURAT BİRSEL- Evet, ben de onu diyorum. Çünkü bana da soruyorlar ben de yapamıyorum. Yani bunda başka bir şey var, halbuki matematik hocam iyiydi.

Hocam, şunu ben sormak istiyorum: Şimdi artık bu teknoloji çok gelişti. Her yerde kameralar var, çocukların ellerinde tabletler var ne kadar güzel. Acaba şöyle bir şey olabilir mi: Bu keratalar çok kısa bir zaman içinde annelerini, babalarını aşıyorlar gerçekten ve soru sorduğunda anne-baba cevaplayamıyor ne yapsınlar, otorite de yavaş yavaş elden gitmeye başlıyor. Yani çocuk bilgi birikimiyle onların otoritesini yok etmeye yakın bir yere getiriyor ki iyi bir şey değil, o otoritenin biraz daha devam etmesi lazım. Acaba şöyle bir şey var mı: Ben baktım sitenize, Milli Eğitim'in sitesi nefis bir site. Çok güzel, hatta şikayet hakları var, her şeyi ulaştırabiliyorlar. Ben diyorum ki, acaba bu özel dershaneler, özel hocalar şeyinden de biraz belki gitmek için çünkü derste başarısız olduğun zaman hocayı özel hoca tutuyorsun eve getiriyorsun orada bir sürü şeyler dönebiliyor. Yani öyle gerçek bir hoca olsa mesela 24 saat, zaten bu kadar da açıkta hoca var. Onlara çocuklar bağlanabilse ve çocuklar dese ki, ya havuz problemine ben takıldım, bizimkiler de bu işten anlamıyor, hocam bunu nasıl çözeceğim ben diye acaba böyle bir şey olur mu ben gönlümü söylüyorum yani. Fiziken çok rahat olabilir de, yapar mısınız onu bilemiyorum. Onun dışında işte yayıncıları merak ediyoruz, öğretmenleri merak ediyoruz ve Faruk Bey'in neler soracağını merak ediyoruz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ben o zaman size öncelikle şunu söylemek istiyorum: Lütfen bir gün gelin Milli Eğitim Bakanlığımıza, size FATİH Projemiz hakkında bilgi verelim.

MURAT BİRSEL- Burada verin, burada verin.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Çünkü sizin bu arzu ettiğiniz, belki hayal ettiğiniz şeyi gerçekleştiriyoruz.

MURAT BİRSEL- Anlatın yani, bu bölümünü buyurun. Soru eşliğinde onlara da vakit ayıralım Sayın Bakanım, ben çok memnun olurum, ne mutlu olurum.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayhay hayhay. O zaman çok kısa bilgi sunayım size.

MURAT BİRSEL- Buyurun efendim, lütfen.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yaptığımız FATİH Projesiyle Türkiye'nin bugüne kadar bütün çocukları için fırsat eşitliği sağlayan, aynı imkanları veren daha büyük ve daha güzel bir projesi hiçbir zaman olmadı. FATİH Projesiyle biz Türkiye'nin en ücra köşesindeki çocuğumuzla, en merkezdeki çocuğa aynı fırsatları vermeye başlıyoruz. Ve Türkiye'nin diyelim ki matematikteki havuz problemleriyle ilgili olarak en iyi dersi anlatan hocası kimse, onun anlatımıyla ülkenin en ücra köşesindeki çocuğumuz o anlatıma ulaşabilecek ve o anlatım üzerinden kendi derslerini çalışabilecek.

MURAT BİRSEL- Ne zaman başlıyoruz?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Biz FATİH Projesini pilot uygulama olarak bu yıl 52 okulda başladık. Ve bununla ilgili çok yoğun bir şekilde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Önümüzdeki Eylül ayından itibaren daha geniş bir halkada programı uygulamaya başlayacağız. Ama şunu hemen söyleyeyim: Şu anda bile Milli Eğitim Bakanlığı'nın sitelerinden çocuklarımız canlı öğretmenlerle karşılıklı görüşerek konuşarak en iyi öğretmenlerle üniversiteye hazırlık dersleri alabiliyorlar. Bilişim teknolojilerini hiçbir hocaya ihtiyaç duymadan kendileri için hazırladığımız kursiyer net programlarıyla, e-etüt programlarıyla kendi kendilerine öğrenme imkanlarına sahip görünüyorlar, yeter ki bu imkanları kullanabilsinler. Bu açıdan bakıldığında biz sadece eğitim sisteminde yapısal bir değişim yapmıyoruz. Bunların hepsini birbiriyle uyumlu hale getirecek şekilde teknolojik bir dönüşüm içindeyiz, yapısal bir değişim içindeyiz. Müfredatlarımız değiştirilmeye başlanmıştır, onları değiştiriyoruz. Bütün bu değişikliğin verdiği bir karışıklık, bir kafa karışıklığı ortaya çıkabilir, ben bunu normal de olarak algılıyorum. Ama bunların hepsini başardığımızda birkaç yıl sonra ben şuna canı gönülden inanıyorum. Türk çocukları, dünyadaki çocuklarla rekabet edebilir hale gelecekler. Ama bugünkü durumumuz bizim şu: PİSA sınavlarında 34 ülke içinde 33. sıradayız. Üniversiteye hazırlık sınavlarında kendi okullarımızda okutuyoruz, dershanelere gönderiyoruz, özel hocalar tutuyoruz, tüm çocuklarımızın ortalama fen bilgisinde yaptıkları doğru cevap sayısı 4, matematikte 6. Bütün bunlara baktığımızda biz hala sıkı sıkıya mevcut yapıyı korumaya çalışırsak doğru olabilir mi? Bugüne kadar bir mazeretimiz vardı bizim. Yani AK Parti olarak da vardı, Türkiye Cumhuriyeti olarak da vardı. Çünkü yeteri kadar dersliğimiz yoktu. Bir derslikte ilköğretimde bile 40'a yakın öğrencimiz vardı. Ortaöğretimde ise çok daha yüksek sayıda öğrencilerimiz vardı, illerimizde yeteri kadar dersliğimiz yoktu. 8-10 yıllık çalışma sonrasında Türkiye mevcut dersliklerinin üzerine neredeyse 170 bin civarında yeni derslik kazandırdı, teknolojik altyapısını oluşturdu ve okullaşma oranlarını artırdı. Dolayısıyla bütün bu geldiğimiz seviye de artık bugün eğitimin niteliğini, kalite ölçülerini koyacak ve bunun üzerinden tartışma yapacak. Ve bu kaliteyi geliştirecek yapıyı kuracak bir ihtiyaç içerisindeyiz. Dolayısıyla bu tartışmaların bu çerçeve içinde değerlendirilmesinde bence yarar var.

MURAT BİRSEL- Şimdi bir şey söyleyeceğim, evet o doğru, 335 bin tane derslik vardı, 170 bin tane derslik yaptınız, gördüğünüz gibi dersini çalışan öğrenciler var. Ben bunları tartışma olarak görmüyorum, bir kere bunlar iyi bir şey, yani hangi Türk bunu istemez ki, daha iyi olalım. Burada da size de teşekkür ederiz. O zaman iki şey söyleyeceğim, ondan sonra susacağım, söz veriyorum susacağım bu sefer.

Bir tanesi şu: Bu çocuklara belki o sizin ahlak dersi de buna faydası olabilir. Yapılacak en önemli şeylerden bir tanesi kopya çekmemeyi öğretmek. Yani kopya çektiği zaman keratalar ders çalışmıyorlar, kopya üzerinden gidiyorlar hiçbir şey de öğrenmiyorlar. Kopya çekmez ortama girebildiğinde de işte ondan sonra böyle çuvallıyorlar. Yani bizimkiler zeki, ama tembel. Halbuki madem o kadar zekisin, o kopyalara ayırdığı süreyi ders çalışmaya ayırsa hiç problem kalmayacak bugün.

İkincisi, siz mesela ben sizin sitede onu bulamadım, siz şimdi anlattınız öğrendik ama, böyle insanların, yani çocukların şey yapabilmesi için dünya kadar televizyonlarda böyle kamu spotları denilen şeyler var, abuk sabuk şeyler, neyse işte onları eleştirmeyeyim de. Orada şöyle bir şey çıkabilir mesela: İşte Ahmet, Mehmet, Zeynep; ya sen havuz problemi çözmekte zorlanıyor musun? Evet. Ama biliyor musun ki bir öğretmene internet üstünden bağlanabilirsin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın böyle bir şeyi var. Yani 15 saniyelik bir spot. Bunları mesela televizyonlarda görsek, bu saatlerde, dizilerden evvel falan çocukların o seyrettiği saatlerde, nefis bir şey olur. Ne olacak?.. Televizyon seyretmiyorum o zaman, o zaman özür diliyorum, yanlışsam Başbakana şikayet edin diye altyazı geçeyim.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yok, hayır hayır. Biz daha güzel bir şey yapacağız. Bu dağıtılan tabletlerle her öğrencinin bizzat kendisine şu konuda yeni bir hazırlık yapıldı, şuradan indirebilirsiniz diyeceğiz ve bu bizim FATİH Projesi'nde tıpkı IPad da olduğu gibi binlerce, on binlerce eğitimle ilgili malzemeyi EBA diye, Eğitim Bilişim Ağı diye bir platform oluşturduk, orada bir de market oluşturuyoruz, her türlü bilgiyi oraya yükleyeceğiz, öğrenci istediği bilgiye oradan ulaşabilecek. Ve kendi bilgisayarına indirebilecek.

MURAT BİRSEL- Nefis, ben artık susuyorum. Ama bunlar bize de ulaşsın ki, büyükler de oh ne kadar güzel oluyor desin Sayın Bakanım. Çocuklarla aranızda kalmış işler.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İnşallah.

FARUK MERCAN- Murat Bey, şimdi iki tane bence Sayın Bakanımızdan öğrenmemiz gereken konu var o da şu: Şimdi siz demin ifade ettiniz. Ben dedim ki size, yeni bir sisteme geçiliyor ve hakikaten deniyor ki Türkiye buna hazır mı, en başta da öğretmenler konusunda yeteri kadar öğretmen var mı? Siz dediniz ki, bir defa 240 bin zaten atanmayı bekleyen öğretmenlerimiz var, 628 bin de eğitim fakültelerinde okuyan öğrenciler var, 4 yıl içinde bunlar öğretmen adayı. Şimdi siz tabi siyasi kariyeriniz itibariyle, daha bürokratken de planlamacı bir isimsiniz, bunu biliyoruz. 10 yıl boyunca siz bir öngörünüz olması lazım Sayın Bakanım. Mesela 2 yıl içinde ya da diyelim ki 1 yıl içinde şu kadar öğretmen alınacak gibi ben bir öngörünüz olduğunu tahmin ediyorum. Yani 240 bin öğretmen var, mevcut ihtiyacı siz ne görüyorsunuz? Mesela 1 yıl içinde diyelim ki 30 bin öğretmen mi alınacak, 40 bin mi, nedir bu rakam?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi alınacak öğretmen sayısında size herhangi bir şey söyleyemem. Bunun iki sebebi var: Bir; bunun karar vericisi tek başına ben değilim, bu bir Hükümet kararı. Sadece Hükümet, öğretmenle ilgili bir karar vermiyor. Türkiye'de bütçeyi hazırlarken 1 yıl boyunca tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ne kadar memur alacağına, ne kadar personel alacağına dair bir bütüncül karar veriyor. Ve o karar içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı da bir tahsis yapıyor. Dolayısıyla bakıldığında bizim şu kadar alınacak diye bir şeyi şimdiden söylememiz oldukça zor, birinci sebebi bu. FARUK MERCAN- Şöyle sorayım isterseniz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İkincisini de söyleyeyim.

FARUK MERCAN- Tabi.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bununla ilgili olarak milli eğitim bakanları çalışırlar ve mümkün olduğu kadar çok kadro almak konusunda çaba sarf ederler. Hatta Maliye Bakanı ne verir Hükümete? Konuyla ilgili rakam vererek talepte bulunurlar. Daha önceki dönemlerde bir kere benden önceki Bakanımız Sayın Nimet Çubukçu Hanımefendi, talep ettiği öğretmen sayısını kamuoyu önünde telaffuz ettiği için kendisi büyük suçlamalara maruz kaldı, onun adına ben özür dilediğim halde hala bunun hesabını vermekle meşgulüm. Ve Hükümet, bu yapılan düzenlemeyle alakalı konularda suçlandı. Bu açıdan bakıldığında söylediğiniz söz, bu anlamda borcunuz haline gelecekse, bundan birey olarak da verdiğim sözü tutamayacağım endişesiyle vermek istemem, ama bizim ihtiyacımız belli.

FARUK MERCAN- Ha ben onu soracaktım size, ihtiyaç ne öngörüyorsunuz ihtiyaç?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Milli Eğitim Bakanlığı ihtiyacı belli. Bunu çok kez kamuoyuyla paylaştım, tekrar söyleyeyim. 3 kategoride paylaşacağım şimdi sizinle. Bir; bu yıl biz yılbaşı itibariyle söylüyorum daha sonra rakamlar değişti ama, kafa karışmasın diye. 2011-2012 eğitim-öğretim yılına başladığımızda toplam 662 bin civarında kadrolu öğretmenimiz vardı ve onun üzerine de 55 bin civarında ücretli öğretmen tahsis ettik. Ücretli öğretmen, verdiği ders saati karşılığı ücret alarak dışarıdan sözleşme yaptığımız kişiler. Bu, şu demek: Ben 667 bin öğretmeninin üzerine yaklaşık 40 bin civarında kadrolu öğretmeni alırsam, benim ihtiyacım bu yıl tamamlanmış olacak ve derslerim boş geçmeyecek demek. Yani bu yıl ki okullaşma oranları ve mevcut ders yapısı içerisinde ilave 40 bin öğretmene, birinci kademe bu.

İkincisi; bizim bir hedefimiz vardı, okul öncesi eğitimde yüzde 100'e ulaşmak, ilköğretimde yüzde 100'e ulaşmak, ortaöğretimde ise yüzde 90'nın üzerine çıkmak. Bunu sağladığımız zaman ne kadar norm kadroya ihtiyacımız varsa bunu da biliyoruz biz. Bugünkü rakamlarla bu öğretmen sayısı 126 bin.

FARUK MERCAN- 40 bin hariç mi?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- 40 bin 126 bin. Şimdi ben bunu 150 bin diye kabul edeyim.

Üçüncüsü; şimdi bu yeni kanunla birlikte biz ortaöğretimi de yüzde 100 okullaşma oranına çıkarmayı hedefliyoruz. Bunu yaptığımız zaman da yine öğretmene ihtiyacımız olacak, yani aşağı yukarı yüzde 10'luk bir öğretmene, yani 15-20 bin civarında bir öğretmene daha ihtiyacımız olacak. Şu anda Milli Eğitim Bakanlığı yüzde 100 bütün okullaşmaları başarsa, okul öncesi eğitimde yüzde 100, ilköğretimde yüzde 100, ortaöğretimde yüzde 100 okullaşma oranlarına ulaşsa yaklaşık 180 bin civarında öğretmen aldığımda ihtiyaçlarını karşılamış olacak. Bütün bunları da birazcık geniş hesaplayarak söylüyorum, çok motomot değil. Yani bu üç aşağı beş yukarı inebilir veya çıkabilir. Her yıl ondan sonra ise, emekli olan öğretmenlerimiz olacak, kurumdan ayrılanlar olacak veya başka kurumlara geçenler olacak. Bunları da hesap ettiğimiz zaman ortalama 10 bin civarında öğretmene ihtiyacımız olsun bizim. Bu işin arz tarafı. Bunun ötesinde Türkiye'de az önce size rakamlarını verdim, 240 bin civarında atama bekleyen şu anda öğretmenimiz var, 658 bin civarında da öğretmen olmak amacıyla eğitim fakültelerinde ve öğretmen yetiştiren diğer fakültelerde okuyan çocuğumuz var.

FARUK MERCAN- Ama muazzam bir yığılma olmuş değil mi? Yani 662 bin öğretmeni olan bir ülkede 240 bin öğretmen adayının yığılmış olması, birikmiş olması.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Aslında ben eğitim fakültelerinde bu kadar çok çocuğumuzun okumasının yanlış olduğunu düşünmüyorum. Oradaki sorun şu: Üniversite eğitimi, devlette iş bulmak için yapılan bir eğitim olmaktan çıkarılmalı. Bizim zihnimizde, algılamalarımızda bir değişikliğe ihtiyacımız var. Dünyada artık bugün eğitim seviyesi o kadar yükseldi ki, herkes nüfusun neredeyse mesela Amerika Birleşik Devletleri önümüzdeki plan döneminde nüfusunun yüzde 60'ını üniversite mezunu olsun diye hedefliyor. Japonya ve Güney Kore yeni stratejilerini değiştirdiler, çağ nüfusunun tamamının üniversite okuduğu bir eğitim sistemi kurmaya çalışıyorlar. Dünya ortalamasına baktığınızda neredeyse toplumların yüzde 60'a yakını lise mezunu seviyesinde, ortalama nüfusun, toplam nüfusun ortalaması lise mezunu seviyesinde. Bizim ülkemizde ise, toplum nüfusun yüzde 28'i lise mezunu seviyesinde. Avrupa Birliği, 2020 yılına kadar lise mezunu seviyesini yüzde 90'nın üzerine çıkartmayı hedefliyor, biz de yüzde 28'deyiz henüz. Toplam nüfus olarak baktığınızda genel nüfusun eğitim seviyesi 6-6,5 yıla tekabül ediyor. Biz eğitimde o kadar geriyiz ki, buradan baktığımızda hem eğitimin 12 yıla çıkarılması çok önemli katkılar yapacak, hem de mümkün olduğu kadar çocuğumuzu nerede ve hangi bölümde olursa olsun üniversite eğitimi vermek durumundayız. Bu açıdan bakıldığında eğitimin seviyesi yükseldikçe, bu toplumun kalitesi artacak. Bu toplumun girişimciliği, yenilikçiliği artacak. Bu toplumda demokrasi o zaman daha çok gelişecek. Bu açıdan bakıldığında ben çocuklarımızın sayısının çok olmasından çekinmiyorum. Sorunun hep devlet istihdamı üzerine kurgulanmasının olduğu kanaatindeyim.

FARUK MERCAN- Bir de efendim, tabi öğretmenlik gibi bir mesleği icra edecek insanların bu kadar uzun süre tayin edilme, edilmeme, edilebilme, edilememe sıkıntılarını yaşamaları takdir edersiniz ki bu da hakikaten insan psikolojisi açısından değil mi bu sıkıntı...

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ama size şunu söyleyeyim ben: Singapur ve Finlandiya eğitim sistemini geliştirme başarı açısından dünyanın en iyi ülkelerinden ikisi. Orada bile ancak öğretmenlik okuyan çocukların 10'da 1'i öğretmen olma hakkını, şansını elde edebiliyor. Aslında bir ülkedeki öğretmen kalitesini de artırmanın da bir yoludur. Öğretmeninizi eğer iyi seçmeyi başarıyorsanız, kaliteli ve yeterli eğitim almış insanlardan öğretmen atıyorsanız çocuğunuzun eğitiminin seviyesi de yükselecek demektir.

FARUK MERCAN- Ama herhalde Singapur'da geriye kalan 10'da 9 işsiz de kalmıyordur değil mi? Türkiye'deki sıkıntı bu galiba. Yani siz öğretmen olarak okuyorsunuz, öğretmen oluyorsunuz, ama ne yazık ki öğretmen olamayınca başka bir iş de yapamıyorsunuz, böyle bir sıkıntı.

MİLLİ EGITIM BAKANI ÖMER DINÇER- O zaman size şaşıracağınız bir istatistik vereyim. Türkiye'de üniversiteden mezun olanların istihdam edilme oranları, Avrupa Birliği ve gelişmiş ülkelerin oranlarıyla eşittir.

FARUK MERCAN- Öğretmenlikte de mi aynı?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, aşağı yukarı şu anda Türkiye'de üniversite mezunu olan öğrencilerin 2011 yılı sonu rakamları itibariyle söyleyeyim. Üniversiteden mezun olan erkeklerin yüzde 85'e yakını, kadınların da yüzde 72'si, yüzde 73'ü istihdam ediliyorlar ve bu gelişmiş ülkelerin ortalamasına yakın bir rakamdır.

FARUK MERCAN- Ama benim sizin sözlerinizden çıkardığım, buyurun sizin yarım kaldı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yani hatta yüksektir diyecektim.

FARUK MERCAN- Sözlerinizden çıkardığım, yani kısa vadede muazzam bir öğretmen atanabilme fırsatları yakalanacak gibi.

Son olarak şimdi Sayın Meclis Başkanı, Milli Eğitim Komisyonu'ndaki tutanakları okudu. Ve bugün Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Sayın Nabi Avcı'dan bir talepte bulunmuş. Hakikaten muhalefet milletvekillerinin iddia ettiği gibi komisyon görüşmeleri sırasında kendilerine yeterince söz verildi mi, verilmedi mi ve bu durum neticesinde önümüzdeki hafta muhtemelen Meclis Genel Kurulu'nda bu konu görüşülüyor. Birinci olarak, Sayın Meclis Başkanı'nın talebini nasıl şey yapıyorsunuz? İkinci olarak da Genel Kurul'da yine böyle zorlu bir müzakere mi geçecek, azıcık daha muhalefet milletvekillerine müsamaha gösterilme ihtimali yok mu?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi ben doğrusu şöyle hissediyorum: Yani dışarıdan baktığımda özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek'in genel tavrını, bir kere acele etmiyor ve çabuk karar vermek istemiyor gördüğüm kadarıyla. Herkesi tek tek dinliyor ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor ve haksız bir karar vermemek için de çaba sarf edecek gördüğüm kadarıyla. Ben dolayısıyla Komisyon üyelerine veya Başkanını ve muhalefetin sözcülerini falan dinliyor olmasını, olayı anlamaya yönelik bir çalışma, çaba olduğu kanaatindeyim. En doğru karar verecekleri kanaatini taşıyorum ben. O yüzden süreci beklemekte yarar var.

FARUK MERCAN- Genel Kurul'da ne olacak?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Genel Kurul'da, tabi Genel Kurul daha yapılandırılmış bir çalışma tarzına sahip. Çünkü Genel Kurul'da kimin ne kadar konuşacağı belli, hangi safhada neyin yapılabileceği belli. Ben Genel Kurul'da bir itiraz olacağına, direniş olacağına Cumhuriyet Halk Partisi'nin kendi itirazlarını yine Meclis şartları dahilinde yapabileceğini tahmin ediyorum, ama sürecin kendi içerisinde de akabileceğini bekliyorum doğrusu.

FARUK MERCAN- Evet, Murat Bey, biz buradan sorduk, sizin var mı sorunuz?

MURAT BİRSEL- Var var, bir tane haber var. Meksika'da deprem oldu Acapulco yakınlarında 7,6 büyüklüğünde deprem oldu. Şimdi ben Sayın Bakana şunu sormak istiyorum. Bizim okullarımızda deprem tatbikatını düzenli olarak yapıyor muyuz, yangın tatbikatları düzenli olarak yapılıyor mu? Bir de Japonya dedi kendisi, şimdi Finlandiya'dan da örnek verdi mesela. Finlandiya'da bilmiyorum Finlandiya'da öğretmen olamayanların ne yaptığını ama, Japonya'yı iyi biliyorum. Japonya'da mesela ilkokulları da ziyaret ettim, şöyle anlatabilirim daha doğrusu: Japon Hükümeti beni davet etti, ben de neden davet ettiler, benden başkasını bulamadılar mı derken, sonra ortaya çıktı ki, Sayın Başbakanın davetini aynısını bende denemişler, sonra bana dediler ki, Tayyip Bey yani hani onu bir Türk'ü rahatsız edecek bir şey var mı? Ben de dedim ki, valla çok doğru bulmuşsunuz, yani Tayyip Bey'le biz yani tamamen benzeyen insanlarız ve tamamen Tayyip Bey son derece olumlu program olarak ben okey verdim. Tayyip Bey inşallah memnun kalmıştır, bunu biliyor mu bilmiyor mu bilemiyorum. Ama gerçekten bir Başbakan programı yaptılar, gerçekten başbakan programı yaptıkları için işin içinde Tokyo'daki ilkokulları falan gezmek de vardı. Orada ilkokullar, mesela ayakkabıları çıkartıyorsun, dolaplara koyuyorsun, aynı bizim geleneklerdeki gibi çorapla okulda geziyorlar, okullar pırıl pırıl, kız oğlan karışık, çok eğleniyorlar. Benim orada en beğendiğim derslerden bir tanesi, yemek pişirme dersiydi. Yani bizde kimya laboratuarına girersin mesela, bir şeyler alev alır şunlar bunlar uçuşur. Onlarda bayağı yemek pişirme dersi var ve yemek pişirme dersinde oğlanlar da giriyorlar mutfağa, yani orada kendi atölye gibi mutfakları var, kızlar yerlere yatıyorlar, çünkü oğlanlar yemek pişirmeyi beceremiyorlar çok keyifli oluyor, ama bir şeyler de öğreniyorlar yani, orada mutlu bir hava esiyordu. Ancak en çok yaptıkları ve en önemli şeylerden bir tanesi, bu deprem olduğunda ne yapacaklarını biliyorlar, bizde Allah muhafaza bilemiyorum şu anda Sayın Bakanım anlatsın. Deprem, yangın falan durumunda en korkunç şey, panik. Halbuki bunun sen tatbikatını yaparsan paniklemeden öyle bir hale getiriyorlar ki, hani belki yanlış ama, robotlaşıyorsun bir şekilde. Ve gerçek deprem mi, tatbikat mı farkında olmadan neredeyse her seferinde aynı hareketleri yapıp neredeyse çocuklara gına geliyor ve yine mi deyip aynı hareketleri yapıyorlar ve çok hayıt kurtuluyor. Bu konuda Sayın Bakanın hem düşünceleri, hem de durumumuzu açıklarsa çok seviniriz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Aslında bizim hem deprem için, hem de yangın için birtakım tatbikatlarımız yapılıyor. Ancak bunu aslında hayatımızın bir parçası haline getirip getirmediğimizi sorgularsanız, bunu hayatımızın bir parçası haline, eğitim sistemimizin bir parçasına geldiğini söylememi mümkün değil. Aslında bu konuda çaba da sarf ediyoruz biz. Mesela son olarak yine Japonya ile işbirliği halinde özellikle uzaktan eğitim şeklinde öğretmenlerimizi eğiten ve öğretmenlerimiz vasıtasıyla da yine bütün çocuklarımıza deprem anında nasıl davranacaklarını öğreten bir program için, bir proje için hazırlık yaptık, yakında başlayacağız. Bütün bunlara rağmen şunu söylemek lazım: Aslında bu bir kültür. Yani sizin zaman zaman eğitiminiz içerisinde çocukların deprem olduğunda nasıl davranacaklarına dair bir hususu eğer bunun hayatını kurtaracağı bir çaba olduğunu anlatmıyorsanız, bir ders yapısı içerisinde bir ünite gibi algılıyorsa, çocuk sadece onu o anda yaptıktan sonra sorumluluğunu yerine getirdiği bir ders gibi algılıyorsa burada bir sorun var. Ve biz bu anlamda kültürümüze dair bu değişikliği yapmalıyız. Bu sadece okullarla alakalı, depremle, yangınla alakalı bir husus da değil. Ben Çalışma Bakanlığı döneminde özellikle iş güvenliğiyle ilgili konularda işçilerimizin bize bir şey olmaz davranışıyla ne kadar tehlikeli ve hayatlarını riske edecek davranışlar içerisine girdiklerini gördüğümde hayretler içerisinde kalıyordum. Hatta bir keresinde göçük olan maden ocağında grizu patlaması olduktan sonra orada grizunun niçin patladığını araştırırken işçilerimizin ceplerinde sigarayla maden ocağına indiklerini tespit etmiştik. Daha da önemlisi, kurtarmaya gönderdiğimiz işçilerin cebinde sigara ve çakmak vardı. Aslında bunun işte bu kültür tarafını çözmeden insanların her birisinin kendi hayatının ve sağlığının önemli ve kutsal bir şey olduğunu insanlara kabul ettirmeden zannediyorum okulda vereceğimiz bir dersle, yılda bir veya iki kez yapacağımız tatbikatlarla çözülecek bir sorun olmayacak gibi sanki.

MURAT BİRSEL- Sayın Bakanım, tatbikatları her hafta yapsalar, bir süre sonra keratalar alışır diye düşünüyorum, yılda bir iki değil de ayda bir iki yapsalar işe yarayabilir. Siz bunları söylemekte haklısınız da, bizim de başka çaremiz yok. Tüp kaçağını çakmak yakarak arayan tipleriz yani sonuç olarak da. Bundan bir şekilde vazgeçmek lazım. Bir de şunu düşünüyorum: Biz buna rağmen iyi gelmişiz şu halimize kadar, vallaha fena değiliz. Onun için ben gayet umutluyum, artık bu nesil herhalde onları yapmayacaktır. Benim genel düşüncem, genel kalite yükseldikçe otomatikman insanlarda da başka bir şeyler değişiyor. Şu örneği vereyim mesela, normalde ben küçükken sokaklara tükürülürdü. İzmir'de de otobüslerde yerlere tükürmeyin yazardı, şimdi yazmıyordur. Ankara'da Kızılay'da insanlar yerlere tükürürdü. Şimdi aynı adamı alışveriş merkezine, bir tane AVM'ye koyduğunuzda ve pırıl pırıl yerleri gördüğünde o adam asla yere tükürmüyor. Yani, biz sistemi yukarı çıkarttığımızda insanların hal ve hareketlerinde de, yaşamlarında da, kendilerini kontrol ediş biçiminde de bence iyileşmeler oluyor. Onun için nefis merdivenlerin olduğu, son derece güzel okullar olduğunda da, bunda da bir yangın sistemi olduğunda da, onu birkaç kere yaptıklarında o birbirlerinin üstünden ve birbirlerini ezerek atlamaktan vazgeçiyorlar veyahut da bana öyle geliyor. Tabii ki siz tek başınıza bunların hepsini yapamazsınız ama, anladığım kadarıyla belki biz yardımcı olabildiysek ne mutlu, en azından bu ruhun olduğunu, mevcut olduğunu görüyorum ben efendim.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun. Gerçekten elimizden geleni hep beraber yapmalıyız.

FARUK MERCAN- Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer'e çok teşekkür ederiz yayınımıza katıldığı için. Murat Bey, sizin başka sorunuz yoksa burada noktalayalım.

MURAT BİRSEL- Ben de çok teşekkür ediyorum ve sonuç olarak daha bu zorunlu din dersi, keşke zorunlu demesek ona, ahlak dersi desek, o derslerden nasibini biraz almışsak, o zaman Sayın Bakana da herhalde İnşirah mı okuruz, Allah yardımcısı olsun mu deriz, dualarımız onunla, işi zor. Ama son derece hoşgörülü ve sempatik bir Bakan olduğu için ben gayet umutluyum. Çocuklar için de hayırlı olsun. Bir de bu son olsun. CHP falan da fikirleri varsa söylesinler, yani iktidar olacakları da yok bu gidişle. Ama olduklarında da milli eğitimle, her gelen iktidar, her gelen bakan şu milli eğitimle oynamasın, bir tane doğru dürüst nefis bir nesil yetiştirelim, diyeceğim budur.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İnşallah, çok teşekkür ediyorum sağ olun.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber