Rektör Alıcı'nın Bant Kaydı Düzmece Çıktı

Bir süre önce Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Emin ALICI'nın "Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı" şeklinde bir cümle kurduğu medyada manşetlere kadar taşınmış, ses kaydı yayımlanmış ve bu haberde sitemizde yayımlanmıştı. Alıcı sesin başkasına ait olduğunu kanıtladı. Üstelik haberi medyaya geçen ANKA haber ajansı da resmi bir birime tahlil yaptırmış, oradan da kaydın 'sahte' olduğu sonucu almış...

Kaynak : Yeni Şafak
Haber Giriş : 01 Kasım 2006 10:11, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Taha Kıvaç'ın yazısı

Yorgunluktan bîtap düşüp geceye son vermek üzere kabul salonunun kapısına doğru yöneldiğimde önümü kesen kişi, kendisini, "Prof. Emin Alıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü" diye tanıttı. Bir süre önce, Vatan gazetesinin manşetinden, "Olmadı rektör bey" diye yansıtılan konuşmayı yapan rektör...

Hatırladınız mı?

Ağustos ayının son günlerinde konu gazete manşetlerine taşınmıştı. Bir etkinliğe konuşmacı olarak katılan rektör Emin Alıcı, gazete haberine göre, bir çok başka şeyle birlikte, "Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı" da demişti. Papa XVI. Benedict'in İslâm'ı hedef alan konuşmasıyla aynı günlere denk düştüğü için çok kötü iz bırakmıştı o haber... Ardından yazılan çizilenler de cabası...

Prof. Emin Alıcı'nın "O sözler bana ait değil" dediğini duyunca şöyle bir diklendim: "Aynı konuşmayı başka yerlerde de yapmıştım, bir defasında birkaç bakan da vardı ve söylediklerimi alkışladılar. Manşetlere çekilen konuşmam tahrif edilmiş..."

Bitmedi: "Bu işin sağ-solla bir ilişkisi yok; bana böyle bir şeyi kim, neden yapar, bilemiyorum. Ben Süryani'yim; kendi dinime saygı beklerken halkın çoğunluğunun inancına saygısızlık yapar mıyım?"

Şaşırdım. Elde ses bandı var ve isteyen haberi ilk veren gazetenin internet sitesinden konuşmayı kendi kulağıyla da dinleyebiliyor... "Düzmece" dedi Prof. Alıcı; "Ben Malatyalıyım, banttaki ses ise Isparta-Denizli bölgesinden birine ait... Dikkatle dinlendiğinde, Süleyman Demirel ile ortak tınılar kulağa hemen çarpıyor." Banttaki sesin başkasına ait olduğuna dair raporu varmış, haberi servise koyan ANKA Ajansı da resmî bir birime tahlil yaptırmış, oradan da kaydın 'sahte' olduğu sonucu gelmiş...

Biraz önce birkaç meslektaşla 'medya' konusunu konuşurken ağzımdan çıkan bir cümleyi Prof. Emin Alıcı'ya da tekrarladım: "Önce vurur, öldürür, sonra dinleriz..."

Geçenlerde, neredeyse hergün infaz yapan gazetelerden birinin yayın yönetmeni sütununda günah çıkartıyordu. Hakkında aylar boyu yayınlar yapılmış bir eski bakanın hasta eşiyle birlikte kaldığı salaş bir otelden para ödeyemediği için atılma noktasına gelmesiydi vesile. "Acaba bu meslekte bazen istemeden de olsa büyük haksızlıklara âlet oluyor muyuz?" diye soruyordu yazısında: "Zaman bazen bize çok çarpıcı tekzipler gönderiyor. / Bazı haberleri yapıyoruz, yıllar sonra önümüze başka gerçekler de geliyor. / Diyeceğim, mesleki hatıralarımız sadece andıçlardan ibaret değil."

Andıç olayında da, üzerinde tahrifat yapılmış bir sorgu tutanağı, tahrifat yapıldığı bilindiği halde, manşetlere çekilmişti. O manşetler yüzünden bir sivil toplum lideri az kalsın hayatını kaybediyordu; uğradığı suikastın izlerini hâlâ üzerinde taşıyor o lider... Aynı muharref belgede adları geçen yazarların bazıları da köşelerini kaybettiler 'andıç' yüzünden...

Demem o ki, eli kalem tutan ve gazetelerde köşe işgal edenlerin, her eve girme yaygınlığına ve etkileme gücüne sahip televizyoncuların, başkalarını ilgilendiren haberler yaparken, kılı kırk yarar titizlik göstermeleri gerekiyor. Prof. Emin Alıcı'nın şahsı ve fikirleri eleştirilir, eleştirilmelidir de, ancak onun ağzından hiç çıkmamış görüşler, birilerinin tahrifatına pirim kazandırılarak, manşetlere taşınmalı mı?

Oscarlı yönetmen Sydney Pollack'ın 1981 yılında çevirdiği Paul Newman ve Sally Field'li 'Absence of Malice' filmi her yazıya oturduğumda bir saniyeliğine de olsa gözümün önüne mutlaka gelir. Bir adamı bitirmek için savcı tarafından tezgâha düşürülen manşet açlığı çekmekte olan bir muhabirin verdiği zararı işler film. Esas konuyla hiç ilgisi bulunmayan bir genç kadın yayın üzerine intihar eder, işi bitirilmek üzere peşine düşülen mağdurun fabrikası kapanır, çalışanları işlerini kaybeder...

Filmin bir yerinde şu çok düşündürücü cümleyi sarf eder mağdur: "Varsayalım ki, bu sabahın gazetesini eline aldın ve bir de baktın ki, birinci sayfada manşet kendi hayatın... Üstelik yazılanların hepsi doğru... Ancak hiçbiri gerçek değil... Ne yaparsın?"

Bilgilerin doğru olması yetmez, her satırı belgeli ve doğru olan nice haber vardır ki, gazetenin ondan çıkarmamızı istediği sonuç gerçekle taban tabana zıt olabilir. Sırf intikam almak için, birinin canını acıtmak, siyasî sonuç elde etmek için yapılan o tür haberler ile o haberler üzerine kurulan yorumlar bana göre değil.

Eskiden, "Vur, fakat dinle" denirdi, şimdi vuruyoruz ve dinlemiyoruz. Koskoca bir üniversite rektörü, yaptığı bir konuşmanın kaydı tahrifata uğratılarak gazete manşetinden mahkum ediliyor; sonrasındaysa elinde tahrifatın belgeleri, çaresizlik içinde kalakalıyor...

Üzüldüm, üzülüyorum...

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber