54 hakim hakkındaki iddianamenin detayları

Şüpheli hakim ve savcıların, PDY örgütüne mensup "Yargı imamı- Yargı İmam Yardımcısı-Tayin Heyeti Üyesi- Ana Kadro, Üst Düzey Sorumlusu" olarak nitelendirilen şahıslarla onlarca telefon görüşmelerinin tespit edildiği belirtilen iddianamede, şüphelilerin ABD, İspanya, Almanya, Avusturya, Britanya Hint Okyanusu, Sudan ve Fransa'daki irtibatlı oldukları örgüt üyeleriyle direkt ya da kurye yoluyla görüşmelerinin bulunduğu kaydedildi

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 07 Nisan 2016 19:34, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
54 hakim hakkındaki iddianamenin detayları

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamenin ayrıntıları ortaya çıktı.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, haklarında soruşturma yapılan hakim ve cumhuriyet savcılarının, kolluk amir ve memurları ile sivil kişi konumundaki şüphelilerle fikir ve eylem birliği içerisinde, "silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek", "kurulan örgüte üye olmak", "siyasi ve askeri casusluk", "gizli kalması gereken bilgileri (devlet sırrı) açıklama ve bu suça teşebbüs etmek", "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek", "özel hayatın gizliliğini ihlal etmek", "hukuka aykırı olarak elde edilen verileri kaydetmek", "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmek", "resmi belgede sahtecilik" ve "görevi kötüye kullanma" gibi suçları işlediğinin anlaşıldığı bildirildi.

Şüphelilerin, PDY örgütüne mensup "Yargı imamı- Yargı İmam Yardımcısı-Tayin Heyeti Üyesi- Ana Kadro, Üst Düzey Sorumlusu" olarak nitelendirilen şahıslarla onlarca telefon görüşmelerinin tespit edildiği belirtilen iddianamede, bu görüşmelerin bir kısmında kurye olarak tabir edilen kişilerin aracı olarak kullanıldığı aktarıldı.

İddianamede, şüpheli hakim ve savcıların ABD, İspanya, Almanya, Avusturya, Britanya Hint Okyanusu, Sudan ve Fransa'daki irtibatlı oldukları örgüt üyeleriyle direkt ya da kurye yoluyla görüşmelerinin bulunduğu, farklı birimlerde çalışan şüpheli hakim ve cumhuriyet savcılarının yurtdışındaki aynı telefon numaraları ile görüşmelerinin örgütsel bağlantıyı ortaya koyduğu kaydedildi.

- "PDY'ye finansal destek sağlayanlarla irtibatları var"

İddianamede, şüphelilerin doğrudan ya da birinci derecedeki akrabalarının PDY örgütüne finans sağlayan ve PDY kapsamında haklarında soruşturma yürütülen iş çevreleriyle ekonomik bağlantıları bulunduğunun tespit edildiğine işaret edildi.

FETÖ Lideri Fetullah Gülen'in, şüphelilerin de dahil oldukları örgüt üyelerine "www.herkul.org"isimli internet sitesinde yer alan "Bamteli" sohbeti olarak adlandırılan kısımda 20 Aralık 2015'te yayınlanan sohbetinde "kaçın" mesajı verdiği anlatılan iddianamede, şüpheli hakim ve savcıların "haklarında dava açılan kolluk amir ve memurları ile sivil kişi konumundaki şüphelilerle fikir ve eylem birliği içerisinde FETÖ/PDY kapsamında iddiaya konu suçları işledikleri, eylemler bütün olarak değerlendirildiğinde şüphelilerin, yaklaşık 40 yıllık süreç içerisinde, yerli ve yabancı iş birlikçiler ile birlikte, Türkiye Devletini müstemleke haline getirme amaçlı, planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası oldukları"nın anlaşıldığı kaydedildi.

İddianamede, şüphelilerin üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmaları için 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 89. ve 90. maddeleri gereğince Yargıtayın ilgili ceza dairesinde haklarında kovuşturma açılıp, yargılanmalarının yapılmasına karar verilmesi talep edildi.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede,"Terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği ile ilişkilendirilerek haklarında telefon dinleme, teknik fiziki takip kararları alınan şüphelilerden bir kısmının kamuoyunda da tanınan siyaset adamı, gazeteci, yazar, akademisyen, iş adamı, devlet yönetiminde görevli üst düzey bürokrat, bir kısmının da dernek-vakıflar gibi sivil toplum kuruluşları olduğu, terörle ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetleri olmadığı için takipsizlik kararı verildiği, bu şahısların şüpheliler tarafından bilinçli olarak iletişime müdahale edilmek suretiyle gerçeğe aykırı olarak kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınmasının sağlandığı kanaatine varılmıştır." denildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü eski Terörle Mücadele Şube Müdürü Ömer Köse'nin kolluk tarafından şüpheli sıfatıyla alınan 25 Temmuz 2014 tarihli 135 sayfalık ifadesinin özetine yer verildi.

Köse'nin ifadesinde, cumhuriyet savcısının talimatıyla hakkında soruşturma yapılan şüphelilerin, bulunduğu sosyal pozisyonlara bakılmadığını, sorulan soruların muhatabının bu soruşturmayı yürüten TEM Müdürü ve görevlileri olmadığını, soruşturmanın sahibinin yasada da açıkça ifade edildiği gibi ilgili cumhuriyet başsavcısı olduğunu söylediği belirtilen iddianamede, iletişimin tespiti ve kayda alınması ile ilgili işlemleri TİB'in yerine getirdiğini, iletişimin dinlenmesi ile ilgili işlemleri savcının talimat verdiği kolluk kuvvetinin yerine getirdiğini, polisin kayda alma gibi bir görevi de olmadığını, kendisine yöneltilen soruda isimleri geçen devlet görevlilerinin görüşmelerinin bu şekilde kayıt altına alınmış olduğunu söylediği aktarıldı.

İddianamede, Köse'nin ifadesinde, kuvvetli suç şüphesi ile değişik zamanlarda farklı mahkeme ve hakimler tarafından verilen iletişim takip kararlarında, gerek şüphelilerin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerin, gerekse de şüphelilerin devlet görevlileriyle yaptıkları görüşmelerin çözümünün yapılıp ilgili Cumhuriyet savcısına gönderildiğini anlattığı belirtildi.

Yakup Köse'nin, 25 Temmuz 2014 tarihinde verdiği 107 sayfalık ifadesinde ise, "Selam" dosyasıyla ilgili dosyada yetkili savcı ne talimat verdiyse onun uygulandığını, mahkeme kararı ve savcılık talimatı alınmadan hareket edilmediğini söylediği kaydedilen iddianamede, soruşturma başladığı günden itibaren, 2-3 savcı ve 20'ye yakın farklı mahkemelerde görev yapan hakim tarafından verilen kararlar doğrultusunda yürütüldüğünü, şube müdürlüğünce elde edilen bilgiler soruşturma savcısıyla paylaşılarak alınan talimatlarla soruşturmanın yürütüldüğünü, bu soruların muhatabının ilgili hakim ve savcılar olduğunu, kendilerinin onların emirlerini yerine getiren kolluk görevlileri olduklarını, işin sahibinin kendileri değil, cumhuriyet savcıları olduğunu ifade ettiği aktarıldı.

İddianamede, soruşturma sırasındaki şüpheli olan kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan tutuklamaya yönelik istemler ve verilen kararlara da yer verilen iddianamede, bu şüphelilerin "hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek", "özel hayatın gizliliğini ihlal etmek", "resmi belgede sahtecilik", "suç uydurma", "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek" suçlarından tutuklanmaları talebiyle İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğine sevkedildiği anımsatıldı.

- Çok sayıda gazeteci, akademisyen, devlet kurumlarındaki görevliler dinlenmiş

İddianamede, "Selam Tevhid" soruşturmasında çok sayıda gazeteci, akademisyen, yazar, iş adamları, devlet kurumlarındaki görevliler, vakıf, dernek gibi kuruluşların başkan ve üyelerinin soruşturmaya dahil edildiği, belirtilerek, "Kamile Yazıcıoğlu isimli şahsın 4 Mart 2011 tarihinde vermiş olduğu ifadesi sonrasında, AKABE Grubu adı altında soruşturma başlatıldığı ve bu kapsamda sorgu zaptında isimleri yazılı birçok gazeteci, akademisyen, yazarın özgeçmiş bilgileri kaydedilerek soruşturmaya dahil edildiği, Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ile irtibatlı şahıslar hakkında teknik takip kararı alındığı, irtibatlı görünen şahısların yaptıkları görüşmeler neticesinde bu şahısların soruşturmaya dahil edildiği ve soruşturma kapsamında 238 kişi hakkında iletişimin tespiti kararı alındığı" ifadelerine yer verildi.

Yine soruşturma kapsamında, bazı şüpheliler hakkında teknik araçla izleme kararı alındığı kaydedilen iddianamede, 13 adet vakıf, dernek, kültür merkezi, sosyal tesisler, cami, TV kanalı olmak üzere çeşitli yerlere de teknik araçla izleme kararı alındığı, kurum telefonları içerisinde Başbakanlık İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, TRT Genel Müdürlüğü, Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü, İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği, İstanbul Üniversitesi, ODTÜ, Muş Alparslan Üniversitesi, Kağıthane Belediyesi Başkanlığına ait telefonların hedef şahıs üzerinden iletişiminin tespitinin yapıldığı vurgulandı.

İddianamede, bunlara ilişkin çok sayıda tape ve çözüm tutanaklarının dosyada mevcut olduğu belirtilerek, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başmüşaviri olarak görev yapan Sefer Turan'ın konumu itibariyle çok sayıda yabancı görevliyle yaptığı görüşmelerin dinlendiği, Turan'ın konumu itibariyle yaptığı görüşmelerden dolayı soruşturmaya dahil edilerek Kudüs Ordusu Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla şahıs tarafından kullanılan telefonların iletişim takibinin yapıldığı aktarıldı.

AK Parti eski Milletvekili iş adamı Faruk Koca'nın Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya çıkarılması için kullandığı telefonların dinlendiği kaydedilen iddianamede, bu bağlamda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve özel kalemi Edip Ali Yavuz ile olan birtakım iletişimlerinin tespit edilip kayıt altına alındığı, bunlardan bir kısmının da tape dökümleri yapılmak suretiyle yazılı hale getirildiği, söz konusu iletişimlerin bir kısmının içeriklerinin devlet güvenliği açısından önem arz ettiği ve gizli kalması gerektiği düşünülen görüşmeler olduğu, bu kapsamda çok sayıda tapelerin mevcut olduğu bildirildi.

- "Hakan Fidan terör örgütü üyesi gibi gösterilmek istendi"

İddianamede, yapılan tape dökümlerinde, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın terör örgütü üyesi gibi gösterilerek "Emin" kod adı verildiği, yine AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un danışmanı Furkan Torlak'ın bulunduğu konum itibariyle yaptığı bu görüşmelerden ötürü soruşturmaya dahil edilerek Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile irtibatlı olup olmadığının tespiti ve bağlantılarının ortaya konulabilmesi, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapının deşifre edilebilmesi amacıyla telefonu ve e-posta adresinin 19 Şubat 2012 tarihinden itibaren teknik takibe alındığı anlatıldı.

Yine Furkan Torlak hakkında "silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek ve terör örgütüne üye olmak" suçundan kamuya açık yerler ile kullandıkları iş yerlerindeki faaliyet ve hareketlerinin izlenmesi amacıyla teknik araçlarla izleme kararı alındığına işaret edilen iddianamede, Torlak'ın, görevi dolayısıyla yaptığı devlet politikası açısından önem arz ettiği düşünülen görüşmelerinin varolduğu kaydedildi.

İddianamede, soruşturma kapsamında HAS Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Erol Dilaver'in, eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in danışmanı Adnan Boynukara'nın dinlendiği belirtilerek, bu kapsamda Boynukara ile HDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan arasında çok sayıda telefon görüşmelerinin tespit edilip kayıt altına alındığı aktarıldı.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"Terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği ile ilişkilendirilerek haklarında telefon dinleme, teknik fiziki takip kararları alınan şüphelilerden bir kısmının kamuoyunda da tanınan siyaset adamı, gazeteci, yazar, akademisyen, iş adamı, devlet yönetiminde görevli üst düzey bürokrat, bir kısmının da dernek-vakıflar gibi sivil toplum kuruluşları olduğu, terör ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir faaliyetleri olmadığı için takipsizlik kararı verildiği, bu şahısların şüpheliler tarafından bilinçli olarak iletişime müdahale edilmek suretiyle gerçeğe aykırı olarak kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınmasının sağlandığı, ayrıca bu konuda gerçeğe aykırı belge düzenledikleri, bu belgelerin resmi belge niteliğinde olduğu, bu dinlemelerin kod adı verilmek suretiyle yapıldığı, bu dinlemeler sonucu elde edilen verilerin içeriklerinin devlet güvenliği açısından önem arz ettiği ve gizli kalması gereken bilgiler olduğu, bu haliyle bu bilgilerin temini ile siyasal ve askeri casusluk suçunun oluşacağı, zira ülke başbakanının diğer ülke cumhurbaşkanları ve başbakanları ile onlarca dakika görüşmelerinin dinlenmesinin ve kayıt altına alınmasının tesadüf olamayacağı, bu dinlemelerin gerçek kişilerin kimliklerinin mahkemelerden saklanarak yargıyı yanılttıkları, eksik ve yanlış bilgi verilmek suretiyle yapılan dinlemeleri amaç dışı kullandıkları, bizzat dinlemeyi yapan kişilerin dinlemelerinin içeriği ve hangi amaç için kullanılacağı konusunda bilgilerinin olamayabileceği, ancak sorumluluk noktasında rütbeli görevlilerin ham dinlemelerin hangi kısmının çıkarılıp hangi kısmının çıkarılamayacağına karar verdikleri, bu noktada içeriklerine vakıf olduklarının anlaşıldığı kanaatine varılmıştır."

Üzerlerine atılı devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme ve resmi belgede sahtecilik suçları yönünden şüphelilerin emniyette rütbeli oldukları belirtilen iddianamede, şüphelilerin çok sayıda dinleme ve takip kararının altında imzalarının bulunduğu, böylece suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin var olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle tutuklanmalarına karar verildiği kaydedildi.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, FETÖ/PDY'nin devletin tüm organlarını ele geçirip devletin silah, cebir, caydırma yetkilerini örgüt lehinde kullanarak devlet olmaya teşebbüs ettiği bildirildi.

İddianamede, şüpheli hakim ve savcıların, yaklaşık 40 yıldır ulusal ve uluslararası arenada yapılanmasını tamamlayan, dünyanın en gizli ve operasyonel manada legal yolları, illegal bir şekilde kullanarak sonuç alan FETÖ kapsamında işlemiş oldukları suçların anlatıldığı kaydedildi.

FETÖ'nün, devletin en ciddi stratejik kurumlarının işleyişini bozduğu, yargı ve polisi ele geçirerek orduya, MİT'e operasyonlar düzenlediği, devletin en üst yöneticilerinin en mahrem toplantılarını dinleyip, stratejik bilgilere, kurumların arşivlerine vakıf olduğu ifade edilen iddianamede, "Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, casusluk-fuhuş gibi sahte delillerle açılan kumpas davalarda yüzlerce kişi haksız yere tutuklanmış, yıllarca cezaevlerinde kalmalarına sebebiyet verilmiştir. Hatta bu kişilerden bir kısmı intihar etmiş, bir kısmı da tedavisi mümkün olmayan hastalıklara duçar olmuştur" denildi.

Örgütün devlet içinde sahip olduğu istihbarat ağının, ulusal ya da uluslararası ticari, siyasi ilişkileri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanım olanağı sağladığı kaydedilen iddianamede, "Kurumlardaki üst düzey devlet görevlileri yerlerinde kalabilmek ve üst bir konuma atanabilmek, ticaret erbabı ise ticari konumlarını koruyabilme ya da daha fazla avantaj elde edebilme adına FETÖ lideri Fetullah Gülen'in yaşadığı Pelsinvanya'yı adeta ikinci bir hac, umre merkezi haline getirmişlerdir" ifadesi kullanıldı.

- Sonuç alma adına 'her yol mübah' anlayışı içinde hareket

İddianamede, yılların deneyimli gazetecileri ve köşe yazarları hiçbir bilgiye sahip olamazken, birkaç yıllık deneyimi olan cemaat mensubu gazeteci ve yazarların devletin en mahrem bilgilerine sahip olduğu aktarılarak, şunlar kaydedildi:

"Yapılacak operasyonlar öncesi operasyona konu eylemler hususunda algı oluşturularak toplum uyuşturulmuştur. Cemaatin kamudaki görevlilerin marifetiyle elde ettikleri bilgi cemaatin mensubu medya aracılığıyla yargının kullanacağı hukuki belge haline dönüştürülmüştür. FETÖ'de yıllar içerisinde cemaat mensupları bulundukları konum ve mevkiye göre hareket etme talimatı almışlardır. Üst düzey bir bürokratın dini motiflere göre davranış sergilemesi yasaklanırken, tabanda bulunan cemaat mensuplarının dini motiflerle yaşaması telkin edilmiştir. Bu hususiyet tedbir adı altında mensuplara enjekte edilmiş, süreç içerisinde mensuplarca yaşam tarzı haline getirilmiştir. Üst düzey kamu bürokratlarının namaz, oruç vb dini gereksinimleri ve vecibeleri yerine getirmeme, hatta gerektiğinde alkol vb. dinen yasaklanan eylemleri yapması cemaate fayda kazandırmıştır. Tabandaki kişilerin de dini vecibeleri yerine getirmesi toplumda himmet adı altında menfaat devşirilmesinde strateji olarak kullanılmıştır. Kısaca cemaat gerektiğinde CIA, MOSSAD, KGB gibi istihbarat örgütlerinin emrine girmiş, topluma iki yüzlü davranmış, sonuç alma adına 'her yol mübah' anlayışı içerisinde hareket etmiştir. Bu anlayış cemaat mensuplarına seçilmişlik egosunu aşıladığı gibi herkesin FETÖ mensuplarına hizmet etme yükümlülüğü olduğuna dair faşist bir anlayış meydana getirmiştir. "

"Cemaat siyasi kişiler üzerinden birçok kanalda girişimlerde bulunarak kendi mensuplarını gerek kamu gerek özel sektörde kritik olabilecek noktalara atanmasını sağlamıştır." denilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi:

"Kamu kurumlarında, kurum amirinden özel güvenlik görevlisine, kafeterya işletmecisine kadar, özel sektörde, patronun cemaat lehine devşirilemediği zaman, patronun bir altındaki CEO şeklinde örgütlenmiştir. Kamu kurum ve özel sektördeki mensuplar vasıtasıyla FETÖ inanılmaz bir istihbarat ve koordinasyon yetkisine haiz olmuştur. Süre içerisinde atanacak mensup bulunmaması halinde atayacağı yerlere mensup olmayıp ancak cemaate hizmet edecek taşeron kişiler atamıştır. Taşeronlara bulundukları görevlerde kalabilmek ya da üst görevlere atanabilmeyi vadetmiş ekonomik olarak burs, ucuz konut, giyim vb. menfaatler temin ederek, kendi kontrolleri altında kalmalarını sağlamıştır.

FETÖ, operasyon gücüne haiz emniyet ve yargıyı, dershaneler ve okullar marifetiyle yaklaşık 40 yıllık süreç içerisinde ele geçirmiştir. Farklı okullarda da olsa Türkiye'nin en iyi öğrencilerini kendi eğitim kurumlarına, bir kısım veliyi manevi duygularını istismar ile bir kısım veliyi ise maddi duygularla tatmin etme yöntemlerini kullanarak ele geçirmiş, Türkiye'nin en iyi üniversitelerine yerleştirmiştir. 2000'li yılların sonrasında terör örgütü illegal yollardan elde ettiği sınav soru ve cevaplarını, "sizin yerinize cemaate zarar verecek insanlar mı gelsin?" şeklinde gayri insanı ve hukuk dışı gerekçeyle mensuplarına vererek ulaşılmak istenen hedeflere varılmıştır. Terör örgütü Eylül 2010 referandumu sonrası HSYK'da çoğunluğu ele geçirmesi ile adeta jübilesini tamamlamış, Yargıtay ve Danıştay gibi üst dereceli mahkemelere cemaat üyelerini atamıştır.

Yargı içerisinde oluşturulan bu gayrimeşru güç FETÖ'ye, diğer kamu kurumlarında ya da özel sektörde cemaatin aleyhine çalışan ya da önüne geçen kişileri çeşitli kumpaslarla bertaraf etme olanağı sağlamış, aldıkları bu gücün şehvetiyle hukuku, kanunu her şeyi bir yana bırakarak tüm toplumu susturma, toplum, hükümet hatta devlet üzerinde otorite olma olanağını sağlamıştır.

Gözaltı, tutuklama, telefon dinlemesi vb. birçok güce haiz olan yargı, cemaat mensuplarının yoğun olarak yerleştirildiği emniyetle günümüzün en etkili silahı haline dönüşmüştür. Cemaat yargıyı ve emniyeti sadece rakiplerini bertaraf etmek için değil siyaseti tanzim etmek, siyasi partilerinin yöneticilerini değiştirmek, toplumdaki etkinliği, ticari faaliyetleri, kamu kurumlarını ele geçirmek, hükümeti yıkmak, kendi felsefesine uygun siyasi yapı oluşturmak için araç olarak kullanmıştır."

- "Devlet olmaya teşebbüs"

İddianamede, FETÖ tarafından toplumda statü ve ekonomik olarak güçlü olan kişilerin tutuklanarak topluma korku salındığı, cemaatin karşısında başka bir gücün olmayacağı hissiyatının uyandırıldığı belirtilen iddianamede, 160 ülkede örgütlü ve elde ettiği himmet paralarının bir kısmını ülkelerdeki kurum amirlerine rüşvet verilerek kendi lehlerine davranmalarının sağlandığı belirtilerek, "Ülkelerdeki okullar marifetiyle dünyanın en iyi beyinlerini elde tutup hizmet ettiği batı ülkelerine transferini sağlamıştır. Türkiye'de ise 'Türkçe Olimpiyatları' adı altında gerçekleştirilen toplantılarda zenci bir çocuğa şarkı türkü söylettirerek ülkemiz insanının duygularını sömürmüş, Türkiye halkını maalesef adeta hizmet ettiği ülkelerin beyinlerinin gelişmesi için çalışan köleler haline getirmiştir. Millete başka ırklara ait öğrencilerin Türkçe şarkı söylemesi olağanüstü bir meziyet gibi sunulmuş, okullarda yetişen fen ve sosyal alanlarda ileri düzeyde olan öğrencilerin hangi ülkelere transfer edildiği gerçeği unutulmuştur." ifadesine yer verildi.

İddianamede ismi geçen şüphelilerin, olay tarihlerinde cumhuriyet savcısı ve hakim olarak görev yaptıkları, iddiaya konu eylemleri silahlı kolluk birimleri olmaksızın yapmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu tespitine yer verilerek, "Şüpheliler eylemlerini Fethullah Gülen'in liderliğini yaptığı FETÖ ve emrindeki kolluk birimleri ile eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir." denildi.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"Emniyet görevlileri, Emniyet Teşkilatı'nın hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Şüpheliler Emniyet Teşkilatı'nın hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmişlerdir.

Esasen asayiş ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle yeterli gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle görevlendirilen Emniyet Teşkilatı'na mensup şüphelilerin kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Haklarında soruşturma yapılan şüpheliler, Anayasa ve kanunlar gereği kullanmaları gereken silah, cebir ve baskı unsurunu eylemlerini meşru hale getiren gerekçeler dışında kullandıklarında, adi bir silahlı örgüte nazaran çok daha etkili bir terör örgütüne dönüşebilmektedirler. Adi terör örgütleri, devlet içerisinde birtakım kamusal güçleri, bireysel manada irtibatları ile sağlarken, iddianamemize konu terör örgütü bizatihi devletin tüm organlarını ele geçirmiş, devletin silah, cebir, caydırma yetkilerine örgüt lehinde kullanarak devlet olmaya teşebbüs etmiştir."

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede, ''MİT yöneticileri ile ilgili soruşturma sözde 'Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturma dosyası üzerinden yeniden canlandırılarak, Çözüm Süreci kapsamında yapılan çalışmaları yürüten MİT yetkililerinin, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan üzerinden PKK/KCK terör örgütü ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı'' belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, şüpheli hakim ve savcıların FETÖ/PDY kapsamında yargılanan şüphelilerle telefon görüşme kayıtlarının olduğu aktarıldı.

"Selam Tevhid"de kumpas soruşturması kapsamında Kamile Yazıcıoğlu'na ait olduğu iddia edilen ifadelerin, şüpheliler tarafından planlanan kurgu doğrultusunda soruşturmaya yön verilmesi için önceden hazırlandığı anlatılan iddianamede, soruşturma kapsamına alınacak kişi ve kurumların isimlerinin Yazıcıoğlu'ndan öğrenildiği intibası verilmek amacıyla tutanağa yazıldığı, bu ifade tutanaklarının da yardım adı altında para verilerek Yazıcıoğlu'na imzalatıldığı bildirildi.

Sözde ''Kudüs Ordusu Terör Örgütü'' soruşturmasını yürüten şüphelilerin, soruşturma bahanesiyle uydurma gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla MİT yöneticisi ve mensupları ile sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki "İHH Vakfı" yönetici ve çalışanlarının telefonlarını dinlemek suretiyle bu kişi ve kurumları terörle irtibatlandırmaya çalıştıkları vurgulanan iddianamede, ''MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da mesnetsiz biçimde terörle ilişkilendirildiği, soruşturma savcısı tarafından 17 Aralık 2013 tarihi itibarıyla soruşturmanın sonlandırılması ve dosyanın savcılığa getirilmesinin istenmesi göz önünde bulundurulduğunda Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı hakkında da gözaltı işlemi uygulanmasının planlandığı" kaydedildi.

İddianamede, şu tespitlere yer verildi:

''İran'ın nükleer programı hakkında, İran ile Birleşmiş Milletler arasında arabuluculuk görevi üstlenen ve 17 Mayıs 2010 tarihli Tahran Deklarasyonu'nu imzalayan Brezilya'da, 2008 yılında başlatılan bir soruşturmanın 2011 yılı itibarıyla kapsamı genişletilerek devlet başkanlarını da içine alan bir yolsuzluk soruşturmasına evrildiği, Brezilya'yla aynı zamanda, ülkemizde de 2010 yılında sözde 'Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturmasının, bağlantılı olduğu 17 Aralık soruşturmasıyla beraber üst düzey devlet görevlilerini hedef alan kurgusal bir çalışmaya dönüştürüldüğü, ülkemizde ''Gezi Olayları'' olarak bilinen ve 2013 yılı Mayıs-Haziran ayında meydana gelen gösterilerle eş zamanlı olarak Brezilya'da da 2013 Haziran ayında aynı büyüklükte kitlesel protesto eylemlerinin organize edildiği anlaşılmıştır. Türkiye ile eş zamanlı olarak yürütülen Brezilya'daki soruşturma da Türkiye'deki 17/25 Aralık olarak bilinen girişimden 3 ay sonra 17 Mart 2014 tarihinde operasyona dönüştürüldüğü ve aynen Türkiye'de olduğu gibi iş adamlarından başlanarak devlet yetkililerine doğru yönelen bir seyir izlediği anlaşılmaktadır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün güdümünde faaliyet yürüten Cihan Haber Ajansı Brezilya Muhabiri tarafından yazılan 29 Ağustos 2015 tarihli yazıda da açıkça anlaşıldığı üzere, Türkiye'deki 17 Aralık girişimi, Brezilya Federal Cumhuriyeti'nde yaşanan soruşturmayla eş zamanlı yürütülmüştür. Girişim Türkiye'de amacına ulaşamamış, her iki soruşturmanın başlatılma gerekçelerinin aslında Türkiye, İran ve Brezilya arasında yürütülen ve 'Tahran Deklarasyonu' adıyla anılan 17 Mayıs 2010 tarihli anlaşma olduğu, anlaşmanın tarafları olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin de dahil olduğu ülkelerin İsrail ve küresel güç odakları tarafından hedef alındığı anlaşılmıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri, yöneticileri ve üyeleri de bu girişimin taşeronluğunu/işbirlikçiliğini yapmışlardır.''

- "FETÖ/PDY intikam aracı olarak kullanıldı"

Şüpheliler tarafından soruşturmanın başlatılmasında ve devam ettirilmesinde kullanılan gerekçe ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi konumunda bulunan şüpheliler Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun konuşma/yazılarının İsrail merkezli yayınlarla uyumlu olduğuna dikkat çekilen iddianamede, soruşturmanın Türkiye dışındaki uluslararası güç odakları ve bölge ülkelerinin siyasi, ekonomik ve bölgesel politikaları ile eşgüdümlü olarak enerji/politik çıkarları doğrultusunda başlatıldığı ve devam ettirildiği, FETÖ/PDY'nin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dış politikaya ilişkin tercihleri nedeniyle intikam aracı olarak kullanıldığının anlaşıldığı ifade edildi.

İddianamede, şüphelilerin, kamuoyunda "7 Şubat MİT dosyası" olarak bilinen ve takipsizlik kararıyla sonuçlanan soruşturma kapsamında MİT yöneticileri ile ilgili soruşturmayı sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturma dosyası üzerinden yeniden canlandırarak, Çözüm Süreci kapsamında yapılan çalışmaları yürüten Milli İstihbarat Teşkilatı yetkililerini, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan üzerinden PKK/KCK terör örgütü ile irtibatlandırmaya çalıştıkları anlatıldı.

- ''Devlet güvenliğine ilişkin konuşmalar kaydedildi''

İddianamede, sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması kapsamında o dönem Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başmüşaviri olarak görev yapan Sefer Turan'ın kullandığı telefon numaralarının iletişiminin tespitine karar verildiği, Turan'ın görevi dolayısıyla kullandığı telefon hatları üzerinden yapılan ve devlet güvenliği açısından önem arz ettiği düşünülen görüşmelerin bulunduğu ve Erdoğan'ın başka ülke devlet büyükleri ile yaptığı, devlet güvenliği açısından gizli kalması gerektiği düşünülen birtakım görüşmelerin kayıt altına alındığı bilgisine yer verildi.

Şüphelilerin amacının siyasi iradenin yürüttüğü Çözüm Süreci'ni takip etmek, süreçte görev alan kişileri terör örgütleriyle ilişkilendirerek sürecin sonlandırılmasını sağlamak olduğu bildirilen iddianamede, MİT Müsteşarı'nın görüşmelerinin dinlenip kayda alınabilmesi için Faruk Koca hakkında hiçbir delil olmadığı halde "terör örgütü üyesi" olarak karar alınıp dinlenildiği, bu sayede MİT Müsteşarı'nın görüşmelerinin dinlenilerek kayıt altına alındığı ''Emin" kod adıyla hakkında iletişim tespit tutanaklarının düzenlendiği belirtildi.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede, ''Fetullah Gülen'in sahiplendiği ve talimat gönderdiği suça konu işlemleri gerçekleştiren kamu görevlilerinin de gerçekleştirdikleri bu eylemleri sistemli ve örgütsel çalışma içerisinde yürüttükleri, kamu yetkisini kullanan devlet görevlileriyle aynı amaca hizmet ederek suça konu işlere iştirak eden diğer şüphelilerle birlikte örgütün nihai amacına ulaşmak için planlı ve örgütsel bir hiyerarşi içerisinde hareket etmişlerdir'' denildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Sinan Ercan'ın öldürülmesi olaylarıyla dosyanın arasında hiçbir irtibat bulunmamasına karşın, bu olaylarla ilgili fezlekenin soruşturmayı yürüten şüphelilerce bu soruşturma dosyasına konulduğu, bu şekilde ölümlerle hiçbir irtibatı bulunmayan ve soruşturma kapsamında hiçbir şiddet eylemi tespit edilemeyen kişileri ölüm olaylarıyla irtibatlandırmak, uydurma gerekçelerle soruşturma kapsamına dahil edilen çok sayıda kişiyi ölüm olaylarından sorumlu tuttuğu belirtildi.

"Kudüs Ordusu Eylem İçin Türkiye'de" başlıklı 2012'de yazılan haberde 28 Şubat'a giden süreçte olduğu gibi basın üzerinden kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığı, soruşturmayı yürüten şüpheliler tarafından kamuoyunun yapılacak operasyonlara hazır hale getirilmek istendiği anlatılan iddianamede, şunlar anlatıldı:

''Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında gerek soruşturma savcılarının talimatı, gerekse iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbirine ilişkin yasal mevzuat ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde; haklarında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanan kişilerin, içeriğinde suç unsuru bulunan görüşmelerinin iletişim tespit tutanağı haline getirilmesi gerekirken, mağdur ve müştekiler üzerinde baskı kurmak, bu kişileri itibarsızlaştırmak, toplum nezdinde küçük düşürmek ve kendini savunamaz hale getirmek amacıyla içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmayan, ailevi, mesleki, ticari ve özel hayat kapsamında kalan görüşmelerle ilgili binlerce sayfa iletişim tespit tutanağı düzenlendiğinin tespit edildiği anlaşılmıştır.''

İddianamede, ''Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne gelen İran Meclis Başkanı'nın söz konusu görüşmeden önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed ile görüşmesi, ardından Türkiye tarafından Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirilmesini eleştiren açıklamalarda bulunması, devamında ülkesine geçmeden Türkiye'ye gelerek Sayın Başbakan (Cumhurbaşkanı Erdoğan) ile görüşmesi, görüşmede MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da bulunması, bu görüşmenin ardından Sayın Başbakan'ın (Cumhurbaşkanı) Suriye Ulusal Konseyi Lideri Muaz El Hatip ile görüşmesi göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu görüşmenin Suriye politikasıyla ilgili önemli bir görüşme olduğunun anlaşılmasına rağmen tespit edilerek kayıt altına alındığı'' ifadelerine yer verildi.

Fetullah Gülen'in devlet kadroları içerisine kümelenmiş örgüt üyelerinin yürüttükleri adli soruşturmaların talimatını örgüt lideri şahıstan almakta ya da yürütülen soruşturmalarla ilgili örgüt liderine bilgi vererek talimatlarına göre hareket ettikleri bildirilen iddianamede, Türkiye ve dünya gündemini meşgul eden önemli olaylardaki harekat tarzının hep aynı olduğu, Fetullah Gülen'in talimatı ya da bilgisi dahilinde yürütülen soruşturmalarda, medya organı olan gazete ve televizyonlarda soruşturma konusu halkın duygu ve düşüncelerine yavaş yavaş enjekte edilerek tepki ve duyguların yönetilmesine ön ayak olunduğu, yine televizyonlarda yayınlanan dizilerde işlenen konuların ve köşe yazarlarının işledikleri konuların birbiriyle paralel gitmesinin tek bir amacının olduğunun görüldüğü belirtildi.

- Fetullah Gülen'den ''dimdik durun'' talimatı

Yürütülen soruşturmaların operasyona dönüşmeden önceki safhalarında bu grubun gazetelerinde köşe yazarlığı yapan Emre Uslu ve Mehmet Baransu gibi kişiler tarafından ilerleyen dönemde gerçekleşen operasyonları bilmelerinin manidar olduğu tespitlerine yer verilen iddianamede, soruşturmayı yürüten kişi ya da kişiler tarafından aynı amaca hizmet eden grup üyelerine bilgi belge aktarımının yapıldığı, Fetullah Gülen tarafından yapılan "utanılacak iş yapmadınız, dimdik durun ve ahirete alacaklı gidin, hiç utanmayın, daima dimdik durun" söylemleriyle sahiplenilmesi ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda talimat verildiğinin anlaşıldığı kaydedildi.

İddianamede, şu ifadelere yer verildi:

"Ülkemizde İran ajanlarının bulunduğu ve bu ajanların devletin tüm kurumlarında, hatta başbakanın, bakanların, MİT Müsteşarı'nın danışmanlarıyla çok yakın çevrelerinde mevcut olduğunun iddia edilerek bu kişilerin cep telefonlarıyla yaptıkları iletişimin kayıt altına alınması, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Başbakan olduğu dönemde Dış ilişkiler ve Ortadoğudan Sorumlu Başdanışmanı Sefer Turan'ın şahsi telefonundan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Filistin Devlet Başkanı ve Başbakanı ile yaptığı görüşmelerin kayıt altına alınarak Türkiye'nin Ortadoğu politikası hakkında fikir ve bilgi sahibi olunması, 2010 yılında gerçekleşen ve Mavi Marmara olayı olarak bilinen olayda gözaltına alınan İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım'a İsrailli yetkililer tarafından Selam Örgütü'nün sorulması, devam eden süreçte Türkiye'de kamuoyunda sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü adlı soruşturmanın yürütülmesinin bir tesadüf olamayacağı, İran ve ülkemiz arasındaki ilişkiler üzerinden devlet büyüklerinin, devletin önemli kurumlarının hedef alınarak ajanlık yapıldığı iddiasıyla yapılan soruşturmanın İsrail'in Orta Doğu politikasındaki çıkarlarının gözetilerek yapıldığı ve gelişen bu olayların İsrail'in çıkarlarıyla örtüştüğü anlaşılmaktadır. Fetullah Gülen'in sahiplendiği (Fethullah Gülen olay sırasında İsrail lehine 'Otoriteye baş kaldırılmaz, otoriteden izin alınmalıydı' şeklinde açıklama yapmıştır) ve talimat gönderdiği suça konu işlemleri gerçekleştiren kamu görevlilerinin de gerçekleştirdikleri bu eylemleri sistemli ve örgütsel çalışma içerisinde yürüttükleri, kamu yetkisini kullanan devlet görevlileriyle aynı amaca hizmet ederek suça konu işlere iştirak eden diğer şüphelilerle birlikte örgütün nihai amacına ulaşmak için planlı ve örgütsel bir hiyerarşi içerisinde hareket etmişlerdir.''

Dinleme işlemlerinin Teknik Büro Amirliği dışında hiçbir yerde yapılmaması yönünde yasal zorunluluk bulunmasına rağmen bir tanesi Amerika Birleşik Devletleri'nde olmak üzere birçok farklı yerden dinleme işleminin gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı ifade edilen iddianamede, şüphelilerin eylemlerini, resmi hiçbir sıfat ve görevi bulunmayan Fetullah Gülen liderliğinde, yasal resmi hiyerarşinin dışındaki ast-üst ilişkisi içerisinde bilinçli, sistematik ve koordineli biçimde, eylem ve fikir birliği içinde gerçekleştirdikleri, kamuoyunda 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ile eş zamanlı olarak operasyon düzenlemek niyetiyle amaç birliği içerisinde hareket ettikleri, nihai hedef olarak başta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı (Cumhurbaşkanı Erdoğan) ve Bakanları ile Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı olmak üzere çok sayıda devlet yetkilisini, gazeteci ve yazarları, öğretim üyelerini, iş adamlarını, vakıf ve dernek yetkililerini sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında terörle ilişkilendirerek gözaltına almayı planladıkları aktarıldı.

- Evraklarda usul hükümlerine aykırılık

İddianamede, teknik araçlarla izleme kararının en çok 4 haftalık süre için verilebileceği, bu sürenin gerektiğinde bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilmekte olduğu ancak, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde bir haftadan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebildiği, teknik takibin kesintisiz olarak devam ettirilip, teknik araçlarla izleme tedbirine de ancak şüpheli veya sanık durumundaki gerçek kişiler hakkında başvurulabileceği hususları göz ardı edilerek dinlemelerin yapıldığı bildirildi.

Dolaylı görüşmelerin tespit edilerek kayıt altına alındığı, dosya içerisindeki yer alan tape haline getirilmiş pek çok sayıda görüşme kayıtlarının da bunu açıkça ortaya koyduğu belirtilen iddianamede, tedbire konu kişilerle ilgili gerek iletişimin tespiti gerekse de teknik araçlarla izleme tedbirleri bakımından kolluğun sunmuş olduğu dayanak belgeler incelendiğinde delil durumunun elvermemesine karşın, gelinen aşama itibariyle herhangi bir delil elde edilemediği ve edilme ihtimali de bulunmadığı halde, tekrar tekrar uzatma kararlarının alındığı, üstelik bir kısım evrakta bir önceki tedbir kararına kıyasla kesintinin de gerçekleşmesine rağmen tedbirin uzatılmasına dair kararlar verildiği ifade edildi.

İddianamede, bazı evrakta ilgili usul hükümlerine aykırı olarak tedbire konu kişilerin kimlik bilgilerine yer verilmediği, bazen soyisim yazılmaksızın sadece isminin bazen de pasaport numarasının yazıldığı, kimi zamanda X, Y, Z şeklinde ifade edildiği, pek çok kişinin 5 yıl ve daha geriye dönük bir zaman dilimi için herhangi bir gerekçe sunulmaksızın sadece soruşturmada ihtiyaç duyulduğu belirtilmek suretiyle HTS dökümlerinin temin edilmesine karar verilmesinin, soruşturmada maddi hakikate ulaşılmasının amaçlanmadığı ve delillerin toplanmasına ilişkin çerçevenin dışına çıkıldığının teyit ettiği tespitlerine yer verildi.

Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının haklarında soruşturma yürütülen hakim ve savcılarla ilgili ''FETÖ/PDY'' kapsamındaki tespit ve değerlendirmelerine ilişkin bilgi notları, analiz raporları ve analiz grafiklerinden, örgütsel hiyerarşik bağın tespit edildiği belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan ve gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, hukuken şartları oluşmadığı halde iletişimin tespiti ve kayda alınmasına dair kararlarla doğrudan ve dolaylı dinlenen kişilerin sayısı ve konumlarının, özellikle devlet yönetimi ve politikaları açısından önem arz ettiği ve gizli kalması gerektiği değerlendirilen konuşmaların tespit edilerek kayda alındığı aktarıldı.

İddianamede, ''Benzer şekilde gerekçesiz ve keyfi olarak kabul edilebilecek şekilde pek çok kişinin teknik araçlarla izlenmesi, bahse konu kararların yine gerekçesiz olarak uzatılması, alakalı usulü hükümlere aykırı şekilde ilk tedbir kararına kıyasla geçen zamanda kesintinin gerçekleşmesine karşın uzatma kararlarının verilmesi, bazı teknik araçlarla izleme kararlarında tedbirin kimin hakkında verildiğinin belirtilmemesi, bazı kararlarda da tedbire konu kişilerin kimliklerinin açıklanmaması, evrakın uzunca bir süredir sonuca götüren ve etkin soruşturma yapıldığını gösteren bir usulü işlem ifa edilmeksizin üstelik herhangi bir delil de mevcut olmadığı halde sonuçlandırılmaksızın bekletilmesi, tespit edilen hukuka aykırılıkların salt hukuki yanılgıyla veya yargı yetkisi ve takdir hakkı içerisinde açıklanmasını imkansız kıldığı anlaşılmıştır.'' denildi.

- Hakim ve savcıların eylemlerini örgütlü ve sistematik bir şekilde icra ettikleri anlaşılmıştır"

Başbakan, bakanlar, MİT müsteşarı, siyasiler, bürokratlar ile akademisyenler, gazeteci ve yazarlardan hükümete yakın konumda olanların İran ile iş birliği içerisinde ve İran'a yakın terör örgütüne destek veren konumda gösterilmesiyle, devlet yönetimine ilişkin saklı kalması gereken, devlet ve hükumet politikaları açısından son derece önem arz eden iletişimlerin dinlenmesi, tespit edilmesi ve kayda alınmasının amaçlandığını anlatılan iddianamede, bu hususiyetinin de kurgu dosyanın amacının ileride yapılması muhtemel bir operasyon amaçlı olduğunu teyit ettiği ve Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının haklarında soruşturma yürütülen hakim ve savcılarla ilgili ''FETÖ/PDY'' kapsamındaki tespit ve değerlendirmelerine ilişkin bilgi notları, analiz raporları ve analiz grafiklerinden, örgütsel hiyerarşik bağın tespit edildiği aktarıldı.

İddianamede, şu tespitlere yer verildi:

''Görev ve sıfatları itibariyle önem arz eden kişilere dair iletişimin dinlenmesine ilişkin kararların, soruşturma dosyasında teknik takip kararlarıyla iletişimleri dinlenen başka şüphelilerle irtibatlandırılmak suretiyle verildiği, kimi zaman bu irtibatın tesisi ve hedeflenen şahsa ulaşılabilmesi için aşamalı olarak birden fazla ismin sırayla iletişiminin dinlenmesinin usul olarak benimsendiği anlaşılmıştır. Bir başka ifadeyle asıl dinlenmek istenilen şahsa bu kişinin ailevi, sosyal veya mesleki irtibatı bulunan kişilerin iletişimleri dinlemeye alınmak suretiyle ulaşıldığı, sadece bir iletişimin dinlenmesine veya teknik araçlarla izlenmesine yönelik kararın dahi hedeflenen önemli şahıs hakkında verilecek teknik takip kararlarına basamak teşkil ettiği, birbirini tamamlayan silsilenin bir parçası olduğu, eksiklik olması halinde ulaşılmak istenilen hedef şahsa yönelik irtibatın kurulmasının imkansızlaşacağı, bu itibarla bir talep veya karar altında imzası bulunan cumhuriyet savcısı veya hakimin sorumluluğunun söz konusu olduğu tespit edilmiştir. 'FETÖ/PDY' içinde hareket ettiklerine ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen gelen cevabi yazılar da göz önünde bulundurulduğunda hakim ve savcıların eylemlerini TCK'nın 37/1. maddesi kapsamında örgütlü ve sistematik bir şekilde müştereken icra ettikleri anlaşılmıştır.''

İddianamede, "Örgüt soruşturmalarının genellikle soruşturmaya konu edilen dosyada olduğu şekilde bir ihbar veya yakınma üzerine başlatıldığı ve sürdürüldüğü, örgütlü suçlarla ilgili pek çok soruşturmada aynı şekilde iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla takip kararlarının tatbik edildiği, iş yoğunluğu nedeniyle evraka yeterince zaman ayrılamadığı, özellikle nöbet sırasında gelen evrakın arzu edilen ölçüde okunma ve tetkik edilme imkanının bulunmadığı, evrakın asıl sorumluluğunun iş bölümü uyarınca evrakı uhdesinde bulunduran Cumhuriyet savcısında olduğu, talep sırasında soruşturma evrakının tamamının teslim edilmediği, mevcut şartlar içerisinde kolluğa ve getirdiği evraka itibar etmek durumunda bulundukları, sıfat ve konumları özellik arz eden kişilere dair başkalarının vermiş olduğu tedbir kararlarından sorumlu tutulmalarına olanak bulunmadığı, haklarında tedbir uygulanan kişilerin kim oldukları ve ne yaptıklarına ilişkin evrakta bir bilginin bulunmadığı, şartları varsa yürütülen bir örgüt soruşturmasında herkes hakkında tedbir kararının alınmasına bir engel olmadığı" şeklinde ortaklaştırılabilecek savunmaların, deruhte edilen görevin mahiyetine, yürütülen işin önem ve ağırlığına, anayasal teminat altında bulunan yargı yetkisi ve takdir hakkının ruhuna, kullanılan kamu gücünün derecesine uygun düşmeyeceği kaydedildi.

İddianamede, FETÖ lideri olan Fetullah Gülen hakkında 19 Ocak 2016 tarihi itibariyle ''silahlı terör örgütü kurma ve yönetme'', ''cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs'' suçlarından Afyonkarahisar, Ankara, İstanbul, Bursa, İzmir, Kocaeli, Manisa, Uşak'taki savcılık ve mahkemelerden toplam 21 tutuklama ve yakalama kararı çıkartıldığı bildirildi.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede, hedef şahıs ve irtibatlarının haberleşme trafiğinin, gerek açık kaynaklarda, gerekse yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan ifadelerde, örgütün "yargı imamı, yargı imam yardımcısı, tayin heyeti üyesi, ana kadro, üst düzey sorumlusu" olarak nitelendirilen şahıslarla yoğunlaştığının görüldüğü belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (TİB) müzekkere yazılarak "Selam Tevhid" soruşturması kapsamında dinlemelerin hangi adresten yapıldığının tespit edilmesinin istendiği belirtildi.

İddianamede, dinlemelerin yapıldığı IP adreslerinin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün 2. ve 4. katında, 2010-2012 tarihleri arasında Bilgi Teknolojileri Daire Başkanlığının O Blok birinci katında, 2012 yılı nisan ayından itibaren Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından kullanıldığı, 2010-2014 yılları arasında Gastonia/Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı olduğunun bildirildiği, bir bakıma Amerika Birleşik Devletleri'nden de dinleme işleminin gerçekleştirildiğinin belirlendiği kaydedildi.

- FETÖ/PDY'nin yapılanması

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'na ilişkin (FETÖ/PDY) bilgilere de yer verilen iddianamede,1970'li yıllara kadar Yeni Asya Grubu içerisinde yer alan Fetullah Gülen'in bu tarihten sonra İzmir Kestanepazarı Kuran Kursu'nda görev yaptığı dönemde çevresinde bulunan arkadaşları ile dini motifleri de kullanmak (istismar etmek) suretiyle örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturarak müstakil hareket etmeye başladığı, faaliyetlerini daha ziyade 13-18 yaş grubundaki öğrenci ve genç kesim üzerinde yoğunlaştırarak, teyp/video kasetlerine çekilen vaaz ve konuşmaları, sohbet toplantıları ve özellikle yaz kamplarında görüşlerini ulaştırdığı sempatizan grubu ile kendi adı ile anılan örgütünü kurduğu kaydedildi.

Özellikle 1990'lı yılların başından itibaren yurt dışına da açılmaya başlayan yapının, zaman içerisinde hayatın doğal akışına aykırı şekilde dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösterir hale geldiği vurgulanan iddianamede, örgütün amacının Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi ve ekonomik güç haline gelmek olduğu belirtildi.

Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin tabanında bulunan insanları istismar ederek kaynak ve meşruiyet devşirme, topladığı gençleri, bünyesindeki vakıf, ışık evleri, okul ve dershaneleri marifetiyle ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek insan gücü elde etme amacında olduğu vurgulanan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:

"Devlet modeline uygun bir paralel örgütlenme ile gizlice başta siyaset, mülkiye, adliye, maliye, askeriye ve emniyet olmak üzere devletin tüm kılcal damarlarına sızma, yurt, okul, dershane ve ışık evlerinde, beyin yıkama metotları ile sorgulamayan, düşünmeyen, mutlak itaati esas alan yapıya bağlı insan tipi yetiştirme, dinler arası diyalog çerçevesinde, semavi dinlerin temsilcileri ile görüşerek, kendisini İslam adına muhatap göstermeye çalışma, devlet dışında kendisine bağlı bir ekonomik sistem kurma, şirket birlikleri ve konfederasyonlar kurarak zenginler kulübü oluşturma böylelikle ulusal ve uluslararası ticarette söz sahibi olma, kamu, ÖSYM gibi sınavlarda soruları hukuka aykırı yollarla ele geçirip, kendi mensuplarının sınavlarda başarılı olarak kamu kurumlarına ve etkin okullara girmesini sağlamanın yanında, ürettiği sahte belge ve delillerle, örgüt mensubu olmayan kişiler hakkında adli ve idari soruşturmaların açılmasını sağlayarak devlet kadrolarından tasfiye etme ve bu kadrolara kendi örgüt elemanlarını yerleştirme yöntemlerini amacına ulaşmak için kullandığı anlaşılmaktadır."

- "Terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullanıyorlar"

Fetullah Gülen'in hakkında örgüt içerisinde "Olağanüstü haller yaşamış bir veli olduğu" görüşünün yaygın olduğu kaydedilen iddianamede, "Etrafında bu kadar çok insanı toplayabilmesinin arkasında bu anlayışın yattığı söylenebilir. Gülen, örgüt üyelerine gelişen teknoloji ile birlikte teyp kasetleri, videokasetleri, kitapları, çeşitli dergilerde yer alan başyazıları, internet siteleri, radyo ve televizyon programları ile görüşlerini rahatça iletebilmiştir" ifadelerine yer verildi.

İddianamede, Pensilvanya örgütünün lider merkezli bir yapıya sahip olduğu belirtilerek, lidere en yakın insanların liderin koruyucusu oldukları, lider etrafında örgütlenen hareketin en dışında ise, örgüte ilgi duyanların bulunduğu kaydedildi.

FETÖ/PDY örgütlenmesinin, gizlilik, hiyerarşik yapılanma, pelür kağıtlarıyla haberleşme, özgeçmiş raporu verme ve kod adı kullanma gibi özellikleri ile yasa dışı terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullandığı vurgulanan iddianamede, "FETÖ/PDY'de Fetullah Gülen'in verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavır kuvvetle ezilmekte, liderin ve ona bağlı diğer yöneticilerin tüm talimatları, aklın da ötesinde bir kutsiyet kazandırılarak uygulanmaktadır. Gülen başta olmak üzere örgüt yöneticileri, halka hitap ederken büyük bir tevazu sergilerken, örgüt içerisinde mutlak bir otorite ile hareket etmekte olup, örgüt içerisinde ödül ve ceza sistemi uygulanmaktadır" bilgisi verildi.

- Örgütün hiyerarşik yapısı

İddianamede FETÖ/PDY Örgütünün, "coğrafi", "sektörel" ya da "kurumsal" anlamda, "imam" olarak ifade edilen sorumlulardan oluşan bir çalışma ve hiyerarşik düzene sahip olduğu belirtilerek, FETÖ/PDY mensuplarınca "Kainat İmamı" ve "Mehdi" olarak kabul edilen Gülen'in liderliğini yaptığı örgütün, danışman kadrosu, kıta imamları, ülke imamları, bölge imamları, il ve ilçe imamları, esnaf imamları, semt imamları ve ev imamları üzerinden örgütlendiği ve tabana yayıldığı vurgulandı.

Mülkiye, emniyet, TSK, MİT ve yargı içerisinde faaliyet gösteren imamların ayrı bir yapılanma içerisinde yer aldığı belirtilen iddianamede, bu yapılanmada yer alanların, devletin hassas kurumlarında görev yapmaları nedeniyle takip edilmemek için diğer örgüt mensuplarına nazaran daha fazla önlemler aldığı ve teknolojinin iletişim konusunda sağladığı imkanlardan kontrollü bir seviyede istifade ettiği aktarıldı.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"Fetullah Gülen'in, 1970'lerin sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim oluştururken, tedrisattan geçenler başta emniyet, yargı, TSK ve mülkiye olmak üzere, devletin önemli kademelerine yerleştirilmiş, bir kısmı ise iş adamı olmaya aday gösterilmiştir. Örgüt bir yandan eğitimle kadro yetiştirip, bir yandan da diğer alanlarda etkinliğini artırmıştır. Örgütün özellikle, TSK, emniyet, yargı, MİT, mülkiye ve bürokrasideki örgütlenmesi ile yasa dışı faaliyetleri, muhtelif tarihlerde resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli raporlarla devlet arşivlerine girmiştir. Fetullah Gülen ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş; bu nedenle, mevcut sistemi yıkmak yerine, devletin tüm kurumlarını ele geçirmeyi hedeflemiştir."

FETÖ/PDY'nin, diğer devlet kurumları gibi polis teşkilatı içinde de örgütlendiğinin kamuoyu tarafından da bilindiği kaydedilen iddianamede, "Örgütün ulaşmak istediği nihai hedefler göz önünde bulundurulduğunda, bu son derece anlaşılabilir bir durumdur. Zira Emniyet Genel Müdürlüğü, adli, idari ve istihbari kolluk görevi ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet kurumudur. Bu nedenle, örgütün sızıp kontrolü altına almaya çalıştığı kurumların başında gelmesi de oldukça doğaldır. Örgüt, emniyet teşkilatındaki kadrolaşmasını belirli bir düzeye ulaştırdıktan sonra, buradaki gücünü operasyonlarının ana aracı olarak kullanmaya başlamıştır" denildi.

İddianamede, şüpheli hakim ve savcıların örgüt bağlantılarını gösterir iletişim dökümlerinin olduğu belirtilerek, savcı ve hakimlerin Hidayet Karaca, Ekrem Dumanlı, Polis Akademisi öğrencilerinden sorumlu imam Rıdvan Akovalı, Fetullah Gülen'in bir dönem avukatlığını yapan Mehmet Rasim Kuseyri, yargı imamı Ahmet Can, iş adamı İzzet Akyar, emniyet memurları imamı Süleyman Uysal, Şerif Ali Tekalan, Ali Görel, Mahmut Akpınar, Süleyman Pehlivan, Abdullah Taşdemir, Yurt Atayün, Alaeddin Kaya, Muammer İhsan Kalkavan, İlhan İşbilen, Hasan Tarık Şen, Sedat Yetişkin, Naci Tosun gibi isimlerle yapıya üye olup ayrılmış veya halen aktif bir şekilde faaliyet yürüten şahıslar çok sayıda arama/mesaj kayıtlarının bulunduğu, şüphelilerin örgütsel bağlantısını gösteren telefon numaralarının da bulunduğu kaydedildi.

Hakim ve savcıların ABD, İspanya, Fransa, Almanya, Avusturya, Sudan, Britanya Hint Okyanusu Toprakları kaynaklı telefon numaraları ile doğrudan veya kurye aracılığı ile görüşme yaptıklarının tespit edildiği vurgulanan iddianamede, yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan mağdur/müşteki, tanık, bilgi sahibi ve şüpheli ifadelerinde, 12 hedef şahıs hakkında FETÖ/PDY'ye müzahir olduğuna dair bilgilerin olduğu belirtilerek, yapılan HTS analiz çalışması neticesinde, 38 hedef şahsın, yürütülen soruşturmalarda alınan ifadelerde, FETÖ/PDY'ye müzahir olduğuna dair bilgiler bulunan 32 şahısla doğrudan irtibatlarının olduğunun tespit edildiği belirtildi.

- "Örgütle bağlantılı olduklarına dair iz ve emareler görülmüştür"

Hedef şahısların, birçoğunun açık kaynaklarda örgüt yöneticisi ve üst düzey sorumlusu olduğu yönünde bilgiler bulunan 74 şahısla irtibatlarının olduğunun görüldüğü vurgulanan iddianamede, hedef şahıs ve irtibatlarının HTS analiz çalışmalarında elde edilen bilgiler, şahısların yurtdışı kaynaklı telefonlarla irtibatlarının olduğunu ve belirli numaralar üzerinde yoğunlaştığını gösterdiği vurgulandı.

İddianamede, şunlar kaydedildi:

"Hedef şahıs ve irtibatlarının haberleşme trafiğinin, gerek açık kaynaklarda gerekse yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan ifadelerde, örgütün 'yargı imamı, yargı imam yardımcısı, tayin heyeti üyesi, ana kadro, üst düzey sorumlusu' olarak nitelendirilen şahıslarla yoğunlaştığı görülmektedir. Bu durum, örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanmanın gereği olarak talimatların yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru silsile yoluyla iletildiğine, örgüt jargonunda mahrem hizmetler olarak adlandırılan mülkiye, adliye, askeriye ve emniyet birimlerinde var olan örgüt üyeleriyle haberleşmede kullanılan kurye yönteminin varlığına işaret etmektedir. Adı geçen şahısların ve 1.derece irtibatlarının FETÖ/PDY mensubu şahıslarla yoğun irtibatlı oldukları yapılan HTS analiz çalışmasında açıkça görülmektedir. Şahısların, FETÖ/PDY içerisinde yer alan ya da iltisaklı bulunan kimselerle yukarıda izah edilen bağlantıları incelenmesi sonucu adı geçen şahısların FETÖ/PDY kapsamında örgütlü bir şekilde hareket ettiklerine ve örgütle bağlantılı olduklarına dair iz ve emareler görülmüştür."

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturmada, haklarında iddianame hazırlanan 54 şüpheli hakim ve savcının, "darbeye teşebbüs etmek" suçundan ağırlaştırılmış müebbet, "gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla açıklama" suçundan müebbet ve diğer suçlardan ise 46 yıl 1 aydan 99 yıl üçer aya kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, İstanbul merkezli 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten savcılar Celal Kara ve Muammer Akkaş'ın da aralarında bulunduğu savcılarla bir dönem futbolda şike davasının görüldüğü özel yetkili İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mehmet Ekinci, Hrant Dink cinayeti davasına bakan özel yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Rüstem Eryılmaz ve 25 Aralık soruşturması şüphelilerine yönelik mal varlıklarını dondurma kararı veren Süleyman Karaçöl'ün de olduğu hakimlerden oluşan 54 şüphelinin, "cebir ve siddet kullanarak Turkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya gorevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye tesebbus etmek" suçundan ağırlaştırılmış müebbet, "gizli kalması gereken bilgileri askeri ve siyasi casusluk amacıyla açıklama" suçundan ise müebbet hapis cezasına çarptırılmaları istendi.

Şüphelilerin ayrıca, "silahlı örgüt kurmak" suçundan 15 ile 22 yıl 6 ay, "silahlı örgüte üye olmak" suçundan 7 yıl 6 ay ile 15 yıl, "siyasal ve askeri casusluk" suçundan 15 yıl ile 20 yıl, "özel hayatın gizliliğini ihlal etmek" suçundan 2 yıl 6 ay ile 10 yıl 6 ay, "kişisel verilen kaydedilmesi" suçundan 1 yıl 3 ay ile 5 yıl 3 ay, "resmi belgede sahtecilik" suçundan 4 yıl ile 14 yıl, "suç uydurma" suçundan 5 yıl 3 ay, "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" suçundan 6 ay ile 5 yıl, "görevi kötüye kullanma" suçundan 4 ay ile 1 yıl 9 ay olmak üzere toplam 46 yıl 1 ay ile 99 yıl üçer ay arasında hapisle cezalandırılması talep edildi.

- 31 hakim ve 23 savcı

İddianamede, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 10 Aralık 2015 tarihinde kovuşturmalarına izin verdiği, haklarında hapis cezaları istenen, daha önce İstanbul'da görev yapmış 31 hakim ve 23 savcının isimleriyle halen görev yapanların görevli oldukları yerler şöyle sıralandı:

"Savcılar; Mustafa Çavuşoğlu, İsmail Işık, Ümit Zafer Çolak, Abdullah Mirza Coşkun, Rasim Işıkaltın, Ayhan Bedirhan, Murat İnam, Durmuş Yiğit ve Mehmet Ali Uysal (İstanbul), Cihan Kansız ve İsmail Tandoğan (Sakarya), Hakan Karaali ve Adnan Çimen (Sivas), Mehmet Berk (Balıkesir), Salim Duran (Ankara), Adem Özcan (Afyonkarahisar), Hüseyin Ayar (Samsun), Ramazan Saban (Konya), Sadrettin Sarıkaya (Erzurum), Hikmet Usta (Büyükçekmece), eski hakim yeni savcı Dursun Ali Gündoğdu (Şanlıurfa) , Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcısı iken HSYK kararıyla tedbiren görevden uzaklaştırılan Celal Kara ve Tekirdağ Cumhuriyet Savcısı iken HSYK kararıyla tedbiren görevden uzaklaştırılan Muammer Akkaş.

Hakimler; Davut Bedir, Abdullah Öztürk ve Gökmen Demircan (Büyükçekmece), Yakup Hakan Günay (Edirne), Rüstem Eryılmaz (Şanlıurfa), Mehmet Karababa (Mersin), Mehmet Erdoğan, Nurullah Çınar, Muzaffer İren, Mehmet Hamzaçebi, Eşref Aksu, Osman Kaya, Mustafa Boz, Hadi Çağdır (İstanbul), Murat Üründü ve Nalan Can (Elazığ), Mehmet Ekinci (Bursa), Birol Bilen ve Seyfettin Mermerci (Gaziantep), Fatih Mehmet Uslu (Kütahya), Kazım Kahyaoğlu (Sakarya), Hikmet Şen (Balıkesir), Mesut Özcan (Diyarbakır), Sedat Sami Haşıloğlu (Gaziosmanpaşa), Vedat Dalda (İskenderun), Bülent Kınay (Kayseri), Menekşe Uyar (Trabzon) ve Yakup Kaya (Zonguldak) ile İstanbul hakimi iken HSYK kararıyla tedbiren görevden uzaklaştırılan Metin Özçelik, İstanbul hakimi iken HSYK kararıyla tedbiren görevden uzaklaştırılan Mustafa Başer ve Kütahya hakimi iken HSYK kararıyla tedbiren görevden uzaklaştırılan Süleyman Karaçöl."

- Cumhurbaşkanından akademisyenlere 997 müşteki

İddianamede, devlet yöneticisi ve görevlilerinin de aralarında bulunduğu 997 müşteki yer aldı. Bu isimlerden bazıları şöyle sıralandı:

"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan, Numan Kurtulmuş, Mehmet Şimşek, Lütfi Elvan, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Ankara Milletvekilleri Cemil Çiçek ve Ali Babacan, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız, İstanbul Milletvekilleri Hayati Yazıcı ve Mehdi Eker, Erzurum Milletvekili Recep Akdağ, Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Beşir Atalay, eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, eski Gençlik ve Spor Bakanı Faruk Nafiz Özak, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, YÖK Başkanı Yekta Saraç, EPDK Başkanı Mustafa Yılmaz, BDDK Başkanı Ahmet Şirin, THY Genel Müdürü Temel Kotil, Polis Akademisi Başkanı Yılmaz Çolak, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş, Başbakanlık, MİT, Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı."

Müştekiler arasında, eski milletvekilleri, büyükelçiler, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık özel kalem müdürleri, cumhurbaşkanı ve başbakan başdanışmanları, danışmanları, baş müşavirleri, basın danışmanları, kamu güvenliği müsteşar ve yardımcıları, bakanlık müsteşarları, belediye başkanları, rektörler, dekanlar, gazeteciler ve banka genel müdürlerinin isimleri de yer aldı.

İddianamede, tanık olarak da halen görevde olan Cumhuriyet Başsavcıvekilleri Oğuzhan Atamtürk, Ali Cengiz Hacıosmanoğlu, İrfan Fidan ve Mehmet Akif Ekinci ile İstanbul TEM Emniyet Amiri Özgür Taşdemir, zabıt katipleri Süleyman Uysal ve Ali Ural gösterildi.

Suçlamalara konu belgeler olarak da şüpheli cumhuriyet savcıları ile hakimlere ait kadro cetvelleri, görev yaptıkları süreler itibariyle izin-rapor çizelge örnekleri, hakimler bakımından müstemir yetki cetvelleri, nöbet çizelge örnekleri, bazı soruşturma evraklarına ait inceleme tutanağı ve ekleriyle Emniyet Genel Müdürlüğü birimlerinin raporlarıyla kovuşturma izni kararları sıralandı.

Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) "Selam Tevhid" soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, o dönemde görev yapan 54 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede, şüpheli hakim ve savcıların, soyut delillere dayanılarak, "talebe konu soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek faaliyetlerinin ortaya çıkarılması, şüphelilerin suç delilleri ile birlikte yakalanabilmesi için başka türlü delil elde etme imkanının olmadığı ve suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunduğu" şeklindeki matbulaştırılan gerekçelerle, iletişim tespiti (telefon-mail-uzatma), fiziki ve teknik takip ile buna benzer talep ve karar aldıkları belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından tamamlanarak gönderildiği Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, takipsizlikle sonuçlanan ''Selam Tevhid terör örgütü"ne üye olduklarından bahisle hukuka aykırı şekilde çok sayıda kişinin telefonlarının dinlendiği, fiziki ve teknik olarak takip edildiği iddiası üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, şüpheli hakim ve savcılar hakkında yasal gereğinin yapılmasının talep edildiği bildirildi.

Bunun üzerine HSYK Başmüfettişliğine yollanan dilekçelerde, müştekilerin, herhangi bir şekilde ''Selam Tevhid (Kudüs Ordusu) Terör Örgütü" ile bağlantıları olmadığı halde 3 yıldan fazla bir süre elde tutulan soruşturmada yasaya aykırı biçimde iletişimlerinin dinlendiği, teknik araçlarla takip edildikleri iddiasıyla soruşturmada talepte bulunan ve karar veren savcı ve hakimler hakkında şikayetçi oldukları kaydedilen iddianamede, şüpheli hakim ve savcıların, takipsizlikle sonuçlanan ''Selam Tevhid soruşturması'' kapsamında, yaptıkları eylemler anlatıldı.

İddianamede, şüpheli hakim ve savcıların, soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü faaliyetine ilişkin bir delil olmamasına rağmen bu yöndeki vasıflandırmayı devam ettirdikleri belirtilerek, kolluktan gelen talep yazılarında haklı ve ikna edici bilgi ile belgeler sunulamadığı halde, muhatapların silahlı terör örgütüyle bağlantıları ilişkilendirilmeksizin, başka surette delil elde etme imkanının bulunup bulunmadığının yeterince irdelenmediği vurgulandı.

Şüpheli hakim ve savcıların, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen aralarında Fetullah Gülen, kolluk amir ve memurların da bulunduğu 122 sanıklı davada yargılanan kişilerle fikir ve eylem birliği içerisinde olduğu anlatılan iddianamede, şüphelilerin planlı ve sistematik şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak hareket edip mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni zedeleyen nitelikte eylemlerde bulundukları iddiasıyla haklarında soruşturma başlatıldığı kaydedildi.

- "Sahte e-postalardan atılan maillerle tehdit"

İddianamede, haklarında iletişimin tespitine yönelik dinleme ve kayda alınması, izlenmesi tedbirlerinin uygulandığı, politikacı, gazeteci, akademisyen, bürokrat, sivil toplum kuruluşu yöneticisi gibi toplumun değişik kesimlerinden ve farklı konumlardan çok sayıda kişinin olduğu belirtildi.

Aralarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da Dışişleri Bakanı olduğu dönemdeki danışmanlar, bazı bakan ve bürokratların da bulunduğu kişilerin usulsüz şekilde dinlenildiğinin altı çizilen iddianamede, bu kişilerin görüştüğü üçüncü şahısların da dinlemeye takıldığı ve kişisel verilerin bu yolla ele geçirildiği kaydedildi.

İddianamede, "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbirine başvurulan kişiler için toplam bin 348 kez, teknik araçlarla izleme kararı verilen kişiler bakımından ise toplam 950 kez uzatma kararı verildiği, öte yandan iletişim tespiti tedbirine 5 kişi hakkında toplam 5 kez, teknik araçlarla izleme tedbirine 30 kişi hakkında toplam 63 kez yeniden başvurulduğu tespit edilmiştir. Kamuoyunda bilinen bazı gazeteci, yazar ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerin herhangi bir terör örgütüne üye olmadığı anlaşılmasına rağmen, fiziki ve teknik takibin defalarca yapıldığı, bu şahısların sahte e-postalardan mail yollanarak tehdit edildiği tespit edilmiştir" görüşü aktarıldı.

- Usulsüz dinlemelere yönelik operasyon

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 17 Nisan 2014 tarihli yazısıyla soruşturma dosyasının adli ve idari yönden incelenerek suç tespiti halinde sorumlular hakkında rapor düzenlenmesi talimatı verildiği bildirilen iddianamede, Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı İstanbul Bölge Başkanlığı tarafından 22 Nisan 2014 tarihinde 3 polis başmüfettişi görevlendirildiği belirtildi.

İddianamede, "Selam Tevhid" soruşturmasında yapılan fiziki ve teknik takip kapsamında dinlemeyi yapan emniyet mensupları ve idari amirlerin, "telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetlemesinde gizliği ihlal" suçunu işledikleri anlatılarak, şu bilgiler verildi:

"Ceza Muhakemesi Kanunu'nda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20/4. maddesinde belirtilen 'İzleme süresi kesintisiz olarak devam eder. Bu süre içinde gerçekleştirilen işlemler ve ara vermeler, yazılı olarak kayda alınır' hükmünün uygulanmadan yerine getirildiği, uygulanabilmesi için karar sürelerinin takip edilmediği ve zamanında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına talepte bulunulmadığı, etkili mahkemelerden alınan iletişimin tespiti kararlarına istinaden hedef şahısların suç teşkil etmeyen görüşmelerinin tape edilerek, görüşmelerin içeriğinin yürütülen soruşturma kapsamı dışında hedef şahsın özel hayatının gizliliğini ihlal ettiği tespitine yer verilmiştir."

Emniyet Genel Müdürlüğünce şüpheliler hakkında hazırlanan raporun yer aldığı iddianamede, raporda cumhuriyet savcıları Adem Özcan, Adnan Çimen, Cihan Kansız, Hakan Karaali, Mustafa Çavuşoğlu, Mehmet Berk, Salim Duran, İsmail Tandoğan, İsmail Işık, Celal Kara, Hüseyin Ayar, Ümit Zafer Çolak, Muammer Akkaş, Abdullah Mirza Coşkun, Ramazan Saban, Sadrettin Sarıkaya, Rasim Işıkaltın, Hikmet Usta, Ayhan Bedirhan, Murat İnam, Durmuş Yiğit ve Mehmet Ali Uysal ile hakimler Davut Bedir, Gökmen Demircan, Yakup Hakan Günay, Rüstem Eryılmaz, Mehmet Karababa, Mehmet Erdoğan, Hadi Çağdır, Murat Üründü, Mehmet Ekinci, Nurullah Çınar, Birol Bilen, Metin Özçelik, Fatih Mehmet Uslu, Mehmet Hamzaçebi, Kazım Kahyaoğlu, Hikmet Şen, Muzaffer İren, Mustafa Başer, Seyfettin Mermerci, Abdullah Öztürk, Mesut Özcan, Eşref Aksu, Sedat Sami Haşıloğlu, Dursun Ali Gündoğdu, Osman Kaya , Nalan Can, Vedat Dalda, Mustafa Boz, Bülent Kınay, Menekşe Uyar, Süleyman Karaçöl ve Yakup Kaya'nın Paralel Devlet Yapılanması kapsamında örgütlü bir şekilde hareket ettiklerine ve örgütle bağlantılı olduklarına dair iz ve emarelerin görüldüğünün bildirildiği aktarıldı.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber