Milli Eğitim Bakanı Çelik, Radikal Gazetesine konuştu

Haber Giriş : 26 Ağustos 2004 00:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Güncele duyarsız eğitim artık bitti

Milli Eğitim Bakanı Çelik, "Bilimsel ve teknik gelişmelere karşı muhafazakâr değiliz" dedi.

Çelik, Prof. Ergüder'e anlattı: Sistemimiz ekonomiye, üretime, demokrasiye ve bireye duyarlı değil. Hedefimiz çağdaş bir eğitim

BAŞLARKEN
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, hazırlıkları geçen eylül ayından beri süren 'ilköğretimde yeni müfredat programı'nı 10 Ağustos'ta açıkladı. Çelik, ilkokulda çocuğu olsun olmasın herkesin geleceğini yakından ilgilendiren reformla ilgili katkı beklediklerini söyledi.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü ve Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) yöneticisi Prof. Dr. Üstün Ergüder, Radikal adına bu çağrıya yanıt verdi. Prof. Dr. Ergüder sordu, Bakan Çelik müfredatın ne olduğunu, neden böyle bir değişikliğe gerek duyulduğunu ayrıntılarıyla anlattı. Söyleşide Talim Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk da bulundu.

ERG, eğitim politikaları ve karar verme süreçlerine, araştırma, savunu ve izleme yoluyla katkıda bulunmak üzere Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) bünyesinde uygulanmaya konulmuş bir proje. Türkiye'nin eğitim reformunda kamu yararını tanımlamak ve korumak amacıyla devlet ve toplum işbirliğinin gerçekleşeceği bir forum yaratmayı hedefleyen ERG, bürokrasi, üniversite dünyası, okullar ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiriyor, eğitim politikasını geliştirme sürecini beslemek için araştırmalar yapıyor veya ısmarlıyor, eğitim reformlarının takipçisi oluyor.

Türkiye'de sık sık söz konusu edilen 'ilköğretimde müfredat değişikliği' konusunda AKP hükümeti hızlı bir başlangıç yaptı. Eylül ayından beri hazırlanmakta olan yeni müfredat programı bu ay açıklandı ve tartışmaya açıldı. Prof. Dr. Üstün Ergüder, bu müfredat değişikliği projesinin eğitimdeki diğer reform girişimlerden nasıl farkı olduğunu Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e sordu.
Yeni bir müfredat programı hazırladığınızı açıkladınız. Bu çabanız bir vizyona mı dayanıyor? Var mıdır böyle bir vizyon? Varsa nedir? Yükseköğrenim reformunda da gördük, Türkiye'de her iş, var olan eski bir yasa, eski bir durum, eski bir paradigmanın üzerinde çalışılarak yapılıyor. Yeni maddeler ekleniyor veya çıkartılıyor. 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın değiştirilmesi çabalarında da böyle olmadı mı? 25 yıl evvelki bir vizyonun ürünü olan bu yasanın sağından solundan çekiştirmeye başladık. Bakanlığınız bazı maddeler üzerinde oynadı. YÖK başka maddeler üzerinde oynadı. Kimse yeni bir vizyon üretmedi. Yeni müfredat işi de kapsamlı ve zor bir iş. Hazırlıklarınızın arkasında bir vizyon var mı?

Öncelikle şunu söyleyeyim, tabii bu çağdaşlaşma, demokratikleşme, kalkınma birer toplumsal olgu, ama bu kavramlar boşlukta kalıyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, biz eski zemin üzerine bir kılıf geçiriyoruz veyahut eski temelleri bulunan bir binaya boya çekiyoruz ve o da netice itibarıyla kusmaya başlıyor. Onun için problemi tespit ederken dedik ki, bizim eğitim sistemimiz ekonomiye duyarlı değil, demokrasiye duyarlı değil, üretime duyarlı değil ve neticede bireyi önplana çıkarmaya duyarlı değil. Bireyselliği önplana çıkarmaya duyarlı değil. Türkiye'de demokratikleşme, çağdaşlaşma mücadelesi var, dünyanın büyükleri arasında bir büyük ülke olma ve müreffeh bir toplum oluşturma çabası var.

Bunun en büyük enstrümanlarından birinin, olmazsa olmazlarından birinin de eğitim olduğunu düşünüyorum. Burada sanırım tüm toplum hemfikir. İşte biz bu müfredatı bir şeye tepki olarak değil, Türkiye'nin ihtiyaçlarının bir gereği, Avrupa Birliği'ne aday, tam üye olma süreci yaşayan ve bunun için gayret içinde olan Türkiye'nin çabalarından birisi olarak görmeliyiz. Dolayısıyla bu kesinlikle birine, bir döneme tepki değildir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte, toplumumuzun ihtiyacı olan, ülkemizin ihtiyacı olan bir hedefi yakalayabilmeye yöneliktir.

Bu söylediğiniz hedeflerle, toplumun bir sorununun olduğunu ben zannetmiyorum. Ancak siyasi olarak bir güven sorunu var, siz bunu fiilen hem hükümet hem de bakan olarak yaşamaktasınız. Sorunu "Acaba bunların asıl niyetleri nedir" diye sık sık sorulan bir soru ile özetleyebiliriz. Böyle bir güven sorunu çerçevesinde bu kadar kapsamlı ve değişik vizyonlu bir programı nasıl gerçekleştireceksiniz? Bunun için bir stratejiniz var mi? Gene Yüksek Öğretime dönüyorum, güven sorunu burada fazlasıyla yaşandı. Bu konuda edindiğiniz deneyim stratejinizi hazırlamakta etkili oldu mu?

Yükseköğretim reformuyla bu bir hayli farklı olan şeyler, ilköğretim müfredatı ile ortaöğretim müfredatını değiştirirken, meydana gelen toplumsal konsensüs ve beklentiler ile yükseköğretim bir hayli farklıdır. Herkes Türkiye'de artık bu ağacın bir meyve vermediğini görüyor. Bunu bugünkü devletimizin kurumları görüyor, devletimizin başı görüyor ve artık sokaktaki vatandaş da görüyor.

Bir değişimin olması gerektiğinde herkes hemfikir. Yükseköğretim, konuşmamda da belirttiğim gibi, belki ideolojik tarafları daha fazla olan bir alan olduğu için oradaki tepkiler daha fazla olabilir ve belli noktalara yoğunlaşabilir, ama ilköğretim ve ortaöğretimde meselenin daha teknik olduğunu düşünüyorum ve bunları da göz önünde bulundurarak, biz geniş bir yelpazede konsensüs aradık.

'Konsensüs arayışındayız'
Kimdir bu konsensüs aradığımız insanlar? Başta işçi sendikaları, eğitim sendikaları olmak üzere sivil toplum örgütlerinin birçoğuyla bu uzlaşmayı aradık. Onların beklentileri nedir, nelerin yapılmasını istiyorlar, nelerin olması isteniyor, nelerin olmaması isteniyor sorularının cevabını bulmak için. Öte yandan öğretmenden öğrenciye, veliden müfettişe kadar, eğitimin paydaşları konumunda olan bütün insanlar bu sürecin içerisine dahil edildi ve tartışma süreci olarak hazırladığımız bu bir yıl içerisinde yine bu paydaşların görüşlerini almaya devam edilecek ve dediğim gibi interaktif bir tenkit mekanizması işlemesine fırsat verilecektir. Ve tabii birileri bizim toplumla güven problemimizin olduğunu düşünüyor.

Peşin hükümlü olarak bize bakan bazı siyasi kadrolar, bazı ideolojik gruplar vardır, bu ideolojik gruplar bir sivil toplum örgütünün etrafında da toplanmış olabilir, bir gazetenin bünyesi içerisinde de bir araya gelmiş olabilir. Bunlar Türkiye'de azınlığın azınlığı diyebileceğimiz kimselerdir. Ama geniş halk kitleleri, bizim yaptığımızın kendi çocuklarının yararına olduğunu, kendi toplumumuzun ve geleceğinin yararına işler olduğunu gördüler ve bu konuda da bize destek oldular. Ben onun için yükseköğretimde, Yükseköğretim Yasası'nı değiştirme sürecinde yaşanan sıkıntıların aynen yaşandığı kanaatinde değilim, nitekim bugüne kadar gelen tepkiler son derece olumlu tepkilerdir.


'Olumlu mesajlar alıyoruz'

Aşağı yukarı müfredat değişikliğinin gündeme geldiği günden beri 260 civarında yazı çıktı bu konuda. Bunun yüzde 95'ten fazlası olumlu. Çünkü meseleye biz pedagojik olarak bakıyoruz, teknik tarafı vardır ve asla ve kat'a başka türlü bakmıyoruz. Bakın ben daha ilginç bir şey söyleyeyim, ben önce CHP grubuna gittim, CHP grubunu bilgilendirdim, sonra AKP MHK'sına gittim, sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere arkadaşlarıma, Talim Terbiye Kurulu başkanımızla birlikte bu olayın detaylarını anlattım.

Yani AKP'nin bir hedefi vardır, bu makro bir hedef. Türkiye'deki eğitimi önemsemek zorundadır. Yani bugünkü halinden daha yukarılara çekmek zorundayız, bunun için kaynak ayrılması gerekiyorsa kaynak ayıralım, personel ayrılması gerekiyorsa personel ayıralım, ama mutlak surette eğitimimizi sözde değil, özde çağdaş hale getirelim. Bunu yaparken muhafazakâr bir zemine dayanan bir parti olarak hareket edeceğiz. Ama bu muhafazakârlık kesinlikle kültürel ve moral alanla ilgili bir muhafazakârlıktır. Teknolojik ve bilimsel alanda dünyadaki değişime paralel olarak yeniden yapılanma alanında asla muhafazakâr olmayan bir partidir AKP. Bu partinin dediğim gibi dünyadaki değişime eğitimi uydururken bile çeşitli unsurların göz ardı edilemeyecek bir duyarlılığı vardır, bu gözetilmiştir. Bu sadece partinin değil, toplumun da aynı zamanda bir duyarlılığıdır. Ancak, biz bu meseleyi ele alırken, meseleyi parti bakış açısından ziyade, bilimsel bir açıdan gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Buradaki temel yaklaşım budur. Tekrar ifade ediyorum, öncelikle CHP grubuna bilgi verdik, sonra AKP MYK'sına bu konuda bilgi verdik, ama bu şu anlama gelmiyor: Bizim yaptığımız iş, sadece şahsımızı bağlayan iştir falan anlamına gelmiyor bu, ben kabinenin bir üyesiyim ve bu konuda hükümetimizin bu değişimin arkasında olduğunu ifade etmek isterim. MYK'daki sunuşumuzdan sonra da bunun gerekliliği konusunda ve yapılması gerekenlerin yapılması ile ilgili partinin de desteği arkamızdadır.

Zaten bu siyasal iradeye dayanmadığınız zaman, istediğiniz kadar kendi kendinize yazın çizin bir sonuca varamazsınız. Onun için ben ümit ediyorum ki önümüzdeki süreçte insanlar meseleye peşin hükümlerden arınmış olarak kimin yaptığından ziyade ne yapıldığına bakarak bu meseleyi ele alsınlar, değerlendirsinler, eleştirsinler, ama peşin hükümlerle yaklaşmasınlar bizim istediğimiz bu.

Benim gördüğüm kadarıyla Talim Terbiye Kurulu özellikle bu konuda bugüne kadar hiç açık olmadığı kadar açık oldu, sivil toplum kuruluşlarıyla, üniversitelerle temas halinde oldular. Bilgi alışverişine özen gösterildi. Belki tarihte ilk olarak 'kapıları ve pencereleri açık' bir Talim Terbiye Kurulu gördük. Benim üzerinde durmak istediğim konu bundan sonra ne gibi strateji izleyeceğiniz?

Altı ilde uygulayacağınız ilginç bir pilot proje var. Biz yasa ve reformlarımızı hazırlarken kâğıt üzerinde hazırlayıp bu böyledir deyip yürürlüğe koyuyoruz. Pilot uygulamalar yapıp ince ayarları uygulama sırasında gerçekleştirmek ve yenilikleri daha sonra yaygınlaştırmak bence de olumlu bir yaklaşım. Fakat bu tabii bir süreç demek. Bu geri beslemelerden, oluşacak görüş ve tepkilerden yararlanabilmek demek. Nasıl bir yöntem izleyeceksiniz?

Ben (yeni müfredatı) sunuş konuşmamda da söyledim. Bu bir yıl müfredatın bir manada olgunlaşması için bir süreçtir önümüzde ve şimdi internette yayımlıyoruz. Bu şu demektir: Biz bunu 200 uzmana yazılı olarak gönderebilirdik. 200 kişinin elinde dönen ve onlardan görüş vermesini isteyen bir program da olabilirdi. Biz diyoruz ki bu konuda söyleyecek sözü olan, bu reforma katkı sağlayabilecek herkes bu sürecin içine dahil olsun.

Hazırlanan programı internette tartışmaya açacağız dediniz. Bu da çok olumlu. İnternet teknolojisi buna cevaz veriyor. Ancak ben şöyle bir sorun görüyorum.

Özellikle bürokratik kuruluşlar 'Ben programımı internete koydum, internette tartışmaya açtım' deyip şeffaflık imajı veriyorlar. Fiiliyatta eski tas eski hamam olabiliyor. Kamuoyundan ne gibi tepkiler geliyor, takip etmek, faydalanmak lazım. Bu da yetmez, herkese faydalandığınızı da göstermek lazım. Ben, mesela, sizin programınızı eleştiren, bir mesaj göndersem, bir öneride bulunsam, bir vatandaş olarak bu böyle olmasın da şöyle olsun diye yazarsam, bunun dikkate alındığını, okunduğunu, nasıl bileceğim?

Biz zevahiri kurtarmak için yapmıyoruz. Yani bunu bir şey yapmış olmak için koymuyoruz. Siz de aksini görmedikçe niyetimize itibar etmek zorundasınız. Ben diyorum ki biz bunu internete koyduk, bunun takibini yapacağız. Bugüne kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın teminatıdır. Bu siyasette klasik bir laftır. Yani bugüne kadar Talim Terbiye Kurulu ne kadar şeffaf olmuşsa, ne kadar katılımcılığı özendirmişse ve uzlaşmayla, geniş kitlelerle birlikte bu işin yapılmasını sağlamışsa, bundan sonra da bunu yapacağız. Tekrar ifade ediyorum bu konuda fikri olan, güzel bir uygulaması olan insanlar bize bu fikirlerini açarsa, birikimlerini bize açarsa, biz bundan kaçarsak, kendi kendimize düşmanlık yapmış oluruz. Bizim hatalarımız sırtımızdaki akreptir.

Hatalarımızı gösterenlere teşekkür etmemiz lazım. Yoksa "Bak biz internete koyduk, son derece şeffafız, ama siz ne derseniz deyin" demiyoruz, ama şu anlama da gelmiyor: İnternete koyduk, gelecek her türlü eleştiri programa yansıtılacak diye bir şey yok. Yansıtılacaklar da olacak, ama farklı görüşlerin olması sizi ortak paydalara götürür. O ortak paydalar üzerinde toplumsal olarak biz uzlaşmak zorundayız.

Ziya Selçuk (Talim Terbiye Kurulu Başkanı): Biz TESEV'de toplandığımızda da benzer bir soru ile karşılaştık. Bizim bu tür meselelerde iletişim modelimizin ne olduğu ve böyle bir iletişim kültürüne sahip olup olmadığımız soruldu. Bir fikir alışverişimiz oldu. Komisyon başkanlarıyla da görüşmelerimiz oldu. Kendi komisyonlarından bu meseleye duyarlı olan üçer kişiyi görevlendirerek gelen e-mail'leri cevaplamak bu konuyla ilgili alınan tedbirlerin toplu değerlendirilmesini üç-dört haftada bir yapma şeklinde, bu tür bir hazırlığı oluşturuyoruz.
Hüseyin Çelik: Biz bu müfredatı hazırlatırken Talim Terbiye Kurulu dışından birçok insan görevlendirdik. Tabii bu hem gönüllü katılmayı gerektiriyor. Hem de biz bu insanlara ücretler ödüyoruz. Avrupa Birliği'nin bize ödediği paralardan ödediğimiz paralar var, bütçemizden ödediğimiz kısımlar var. Neticede bu müfredatın bir de maliyeti var. Biz bu bir yıllık süre içerisinde de burada harcanacak olan paraları, giderleri bu olgunlaşma sürecinin bir gereği olarak görmeliyiz. Ama bu şu anlama gelmiyor: Bu, böyle çok büyük paralarla gerçekleştirilmiş bir şey değil. Biz onun mali tablosunu da kamuoyuyla paylaşabiliriz.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber